29 Temmuz 2009 Çarşamba

OKUR İLE OKUYUCU ARASINDAKİ FARK

Okuyan kişinin hayatın pratiği üzerine pek bilgisi olamayacağı türünde bir inanç mevcut: Okuyan biri, aşk, iş hayatı, politika, yaşam gibi konulardan konuşmaya ne zaman başlasa, çevredekilerin bunları kitaplardan apartılmış fikirlermiş gibi görme eğilimi var. Elbette sadece okuduklarıyla kendini ön plana çıkartmaya çalışan insanların sayısı, azımsanmayacak kadar çok. Ancak bu tip insanları biraz incelediğinizde, onların sadece belli konularda okumalak yaptığını ve genellikle bilgiyi bir hap gibi veren türde kitaplar seçtiklerini, ve bunu da, özellikle "malumat parlatmak" amacıyla yaptıklarını görmek çok kolaydır.

İşte bu nokta bize, okuyucu ve okur arasındaki farkı gösteriyor.

Okur, okuyandır. Okuyucu, okuma yazma bilir, ve o an bir okuma eylemi içerisindedir.

Okuyucuya boş zamanalarında ne yaptığını sorarsanız, alacağınız cevaplar içinde "kitap okumak" olacaktır. Onun için kitap okumak, ancak, bir boş vakit aktivitesidir. Ama okurdan böyle bir cevap alamazsınız, ona göre, boş vakitlerinde kitap okuduğunu söylemek, boş vakitlerinde banyo yaptığını söylemek kadar abes bir durumdur. Öyle ya, kim "Boş vakitlerimde banyo yapmaktan, temizlenmekten hoşlanırım." der ki. Banyo zaten yapılması gereken, hayatının bir parçası olan aktivitedir.

Tüm bunlara rağmen, okur olan birinin, illa çok kitap okuması gerekmez. Okur olmanın şartları arasında böyle "sayısal" bir değer yoktur. Buradaki ölçü, okunan kitap sayısı değil, hem kitaba hem de okumak eylemine yaklaşım tarzında kendini belli eder. Aynı şekilde, birinin sayı olarak çok kitap okuması da, onun bir okur olduğunu göstermeyebilir.

İşte, toplumumuzun okuyan birinin bir okur mu, yoksa bir okuyucu mu olduğunu ayıramaması bütün mesele. Çevremizde o kadar çok, sadece bir kitabı bitirme sabrını gösterebildiği için kendini okur ilan eden insan var ki, toplum bu iki tipi ayırmakta güçlük çekiyor. Ve işin kötüsü tepkisini, okuma sevgisine gösteriyor.

Okumak, bir okur olmak hiç de kolay bir şey değil, ama bunun zorluğu okurun, bu bir erdemmiş gibi davranması hakkını da vermiyor. Kimse, bir okur olduğu için bir başkasından daha üstün olamaz. Ancak okuyan bir kişi, okuduklarını yaşam pratiği içinde eritir ve hayatın zaten bahşettiği zenginliğe ufak da olsa eklemeler yapabilirse, olaylara farklı pencerelerden bakabilme ihtimali daha fazlalaşır.

Kimse "çok okurum ben" diye övünmesin, kimse de, sırf kendi okumuyor diye okuma eylemini küçümsemesin. insanlar elele tutuşusun, hayat bayram olsun.

Dediğim gibi, okumamak ya da insanın okuma alışkanlığının olmaması bir suç değil. Ama kişinin, sadece kendisi okumayı sevmediği için, okumayı gereksiz olarak düşünmesi, okuyanları "entel-dantel" küçümsemeleriyle yaftalaması ahlaksızca işlenmiş bir suç. Bu, benim, karnıbahar yemekleriyle bir türlü uyuşamadığım için karnıbahar yiyenleri küçümsememe ve hatta, işi karnıbaharın yararlarını inkar etmeye kadar götürmeme benziyor.

Hiçkimse karnıbahar yemek zorunda değil, ama ister yeyin, ister yemeyin, karnıbaharın vitamin oranı değişmez.

28 Temmuz 2009 Salı

TUTKU ve ARZU ARASINDAKİ FARK

tutku, iyi olamaz. iyi olan arzudur ve arzuyla tutkunun beslendikleri kökler apayrıdır... arzu azimden, tutku ise hırstan beslenir. arzu edilene giden yolda istek, kendi başına bir oluş belirtir, dolayısıyla kendi başına bir olaydır ve her olayın kendine has durumları, tatları zevkleri olumlu ve olumsuz etkileri olur... arzuda bir hedef yoktur demek istemiyorum. arzudaki hedef bir saplantı değildir ulaşılsa iyi olur, ama ulaşılmazsa yıkım olmaz.

tutku çok farklı bir şekilde çalışır.. tutkuda hedefle başlangıç noktası arasındaki sürecin yani 'yol'un hiçbir önemi yoktur. hedefe kitlenmiş bir füze gibi, önüne gelen herşeyi ortadan kaldırır... yürünen yol, ancak bir araçtır daha ötesi olamaz ve dolayısıyla yolda karşılaşılan ve engel oluşturan etmenler erdemli olsa da görmezden gelinir ya da hırsın etkisiyle farkedilemez. tutkuyla bir hedefe giden insanların o hedefe sık sık ulaştıkları görülmüştür ve bu genel olarak “başarı” kavramıyla açıklanmıştır. oysa tutkuların esiri olarak ulaşılan noktada kişiyi her zaman bir boşluk duygusu beklemektedir. kişi hedefindeyken yani çoğu kişinin “başarı” dediği noktadayken arkasına dönüp baktığında bir anda hayatın ne kadar boş olduğunu farkeder. geç kalmış bir sorgulama başlar ve ona o dakikaya kadar destek vermiş egosunun yıkımına uğrar. “herşeyim var, ama niye mutlu değilim, çevremde neden arkadaşlarım, dostlarım yok?” diye sorar. kişiyi ciddi bir yıkım bekler.

arzuya giden yolda kişi yolun tadını çıkartır. önemli bir farkındalık yaşar ve yolun da kendine has dersleri olduğunu farkeder. bu noktada tutkudaki gibi bir durum ortaya çıkmaz. arzuda “yol” önemli olduğundan ilerleme sürekli durur, uzun bir sürece gereksinim duyar. yavaş ama gerçek bir ilerleme vardır. bu süreç o kadar yavaş işler ki hedefe varılamayabilir (ama hedef nedir ki?) ve kişi toplum tarafından “başarısız” olarak görülebilir. oysa bu başarısız(!) kişi stoa'nın yaptığı şu bilge tanımına uyar: bilge kişi, cüce gibi kısa boylu da olsa kendinden nefret etmez, ama yine de uzun boylu biri olmayı arzular.

arzulamadığımız bir şeyi elde edemezsek öfkelenmeyiz. ama tutku haline getirdiğimiz bir şeyi elde edemezsek öfke bizi sarar. zira tutkunun yakıtı olan ego, o şeyi elde etmenin bizim en doğal hakkımız olduğunu sürekli hatırlatacaktır.

gurur ile onurun birbirine karıştırılması gibi, tutku da, arzu ile karıştırılır: bazı tutkulu insanların tutkularına giderken insanlar için olumlu sonuçlara ulaşması sonucu, tutkunun olumlu olduğunu söyleyenler olsa da, biz, bir şeyin olumlu sonuçlar doğursa bile bu kendisinin olumlu bir duygu olduğunu göstermez, fikrine katılıyoruz.

23 Temmuz 2009 Perşembe

20 Yaş Şiirleri: III.

İLK ŞİİR

Dün ilk şiirimi yazdım.
İlk, dün şiir yazdım.
Şiir yazdım dün, ilk.
Dün, ilk şiirimi okudum,
Dünde kaldı okuduklarım.
Okudum da, başucuma koydum.
Bütün ruhum, parıltılarım,
Yaklaşma bana, parıltıya doydum.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

20 Yaş Şiirleri: II.

...

Öpüşürken ağzına üflediğim nefesimi geri alıyorum senden.

Güzel bir günde görmüştüm seni
Güzel günlere yaraşırmış, güzel şeyler.
Oysa, o pişmanlığın aynasından bakan gözlerimizi
En narin çağında, bir çiçeği koklar gibi kokladık.
Ve öteye düşen top atışıydı sessizliğimiz.
Kuşkuluyduk, kibirli...

Bir Ece Ayhan şiirinde selamladım seni,
Sadi'nin hikayelerinde buldum.
Mutlaktın: Avucumun içi gibi bildim nefesini.

Ellerine bıraktığım ellerimi geri alıyorum senden,
Fırtınaları bırakıyorum yerine.

İnsaflı adamımdır az çok.
Korkmuş bir köpeğin tıslayışını getiriyorum sana.
Kursağında söyleyeceğin tek kelime kalmasın,
Onları da alıyorum.

Seni bırakıyorum sana.
İncecik, kupkuru kaldın bak yine.
Kendimi geri alıyorum senden.
Kasvetli bir yanlızlık bıraktım onun yerine.

19 Temmuz 2009 Pazar

20 Yaş Şiirleri: I

ÖTE

Tutsak ışık,
Hikayesi olan bulut.
Gökyüzünün mavi-ötesi fırtınası ve
Belleğimdeki saniyendi ağıt.

Kurbanı olmayan düşman
tam da bu vakitler sana yaraşırdı.
Mutlak olandan beş kere döndün,
Yine de varamadın özüne.

Eskiden Tuana'ydın görüyor musun?
Şimdi kalemimin ahşabı...
Senden öteye geçtim,
Her geriye dönüşümde.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

ÖZÜR ARSIZLIĞI

önce özür dilemenin bir erdem, bir büyüklük olduğu öğretildi... doğrudur...

iş bu ki, artık biz götünden anladık bu mevzu'u. özür dilemenin erdemi, kabahat işlediğimizde onun farkına varmaktan geçer önce... bu bile başlı başına bir erdemken, bir de kabahat işlediğimizi tüm komplekslerimizi ve egomuzu iterek karşıdakine söyleyerek özür dileriz/dilemeliyiz. bu ise özür dilemenin büyüklüğüdür.

yoksa özür müessesesi, bize istediğimiz her boku yeme hakkını vermez. ben kabahatimi işleyeyim, sonra nasılsa özürümü de dilerim demek, arsızlığa giriyor... insanları yüzsüzleştirip, onursun, omursuz, omurgasız bir hale getiriyor...

ey ota boka özür dileyen... bu özrün şimdi benim için makbul mü oldu?

bu durum, cep telefonları çıktı çıkalı insanların buluşmalara geç gelmeyi kendilerinde hak olarak görmeye başlamasına benziyor... "abi 30 dakika gecikeceğim". yuh be canım... e dikiliyorum ben burada...

sik belamı, sıç ağzıma her fırsat bulduğunda, sonra serzenişte bulununca da "e abicim özür diledim ya işte, ne uzatıyorsun!" diye bir de üste çık. kafa göz dalarım ben sana... sonra çıktığımız mahkeme de seni haklı bulur "özür dilemesine rağmen saldırgan tavır sergilenmiş" diye...

olmaz, olamaz, olmamalı... özür arsızlığı yaparak suçlarını örtmemeli insanlar. özür dilemeyi de kirletmemeli.

3 Temmuz 2009 Cuma

Manita Kontrol Listesi (Checklist)

geçen gün elime kalem kağıdı alınca ortaya çıkmış bir liste. şahsi kanaatim bu listedeki en az 5 maddeye sahip manitadan uzak durulması gerektiği yönünde. işbu belgenin bilimselliği, ufoların bilimselliği kadar bilimsel ve tartışmalı ve elbette ki, benim salak hayatımın perpektifi kadar.

şöyle bir bakıyorum da, ben de zaman zaman bunları yapmışım ya da yapmaktayım. hepimiz insanız tabii. ancak bunlara dikkat etme hakkımız her zaman saklı.

1. ev taşıma, işten ayrılma gibi, gündelik, kısa vadeli sorunlarla ilgili bıraksan, bütün gün konuşabilecekler
2. kendisi, sana olan duygularını süsleyerek ya da bir gizem havası içinde saklayan; ama diğer yandan senin duygularını, ısrarla öğrenmek isteyenler, öğrendiklerinde çok mutlu olanlar.
3."ilişkide güven" kavramını gerekli gereksiz övüp, sürekli gündeme getirenler.
4. "egom yoktur." lafını ağzından düşürmeyenler.
5. ukalalıkla özgüveni birbirine karıştırdığı için ukala olduğu söylendiğinde "ne alakası var canım." dese de, içten içe gurur duyanlar.
6. olgun bir yaşta olmalarına rağmen, iş arkadaşlarına küsenler.
7. yerinde kullanılsa da, argo ve küfürlü laflara tavizsiz bir inatla karşı olanlar.
8. seksi ilişkinin içersindeki bir parça olarak değil, karşı tarafa bir taviz, hediye ya da kazanılması gereken bir ödül olarak sunanlar.
9. çevreye karşı imajı (onlar ne der acaba?), ilişkinin kendisinden daha çok önemseyenler.
10. henüz iki insan birbirinden hoşlanma evresindeyken, ilişkinin bitişini kafaya takıp "ya biterse..." ile başlayan düşünceler ve cümleler kurgulayanlar.
11. kıskanılmayı isteyenler. maço tavırlar sergilenmemesini, ona değer verilmediğine yoranlar ve kıskanmayı sevginin bir göstergesi, bir ölçüsü sananlar.
12. çok istediği belli olduğu halde zamana ihtiyacı olduğunu söyleyerek sevişmekten kaçınan "garanticiler".
13. olgun bir yaşta olduğu halde "ben hiç aşık olmadım." diyenler.
14. gururlu olanlar. gurur ile onuru aynı şey sananlar.
15. sinirlendirildiğinde hızla değişen ve karşısındakinin kişiliğiyle ilgili ithamlarda bulunabilecek kadar ileri gidebilenler.
16. "ben sana göre değilim." diyebilecek kadar, sizin yerinize karar verme hakkını kendinde görebilenler.
17. hızlı bir mutluluk arayışı içinde olanlar. daha ikinci günden "beni mutlu edebilecek misin?" türünde sorular sorup, araştırma yapanlar.
18. kendisinden hoşlanan insanlardan bahsedenler. beğenilen biri olduğunu sürekli vurgulayanlar.
19. açık ve samimi olduğunu söylemeyi, böyle olduğunu göstermekten daha çok önemseyenler.
20. gerçeklerle değil, söylediklerinizle ilgilenenler. "sen böyle bir adam mısın gerçekten?" diye sorup, öyle biri olduğunuzu göstermenin süreç gerektiğinin farkına varamamış sabırsızlar.
21. özür arsızları. (özür arsızlığı yine benim bir taraflarımdan uydurduğum terim olmakla birlikte bilahare anlatılacaktır. Takip ediniz.)
22. zeka yarışına girenler.
23. "ben birinin bana olan ilgisini hiç farketmiyorum gerçekten. hep başıma geldikten sonra anlar, şok olurum." diyenler.
24. geçerli bir sebebi (ailevi vs.) olmadığı halde sevişirken vücudunda iz olmasından korkanlar.
25. olmadık zamanlarda ve sürekli olarak "bana güzel bir şey söyle." türünde övücü sözler talep edenler.