31 Ocak 2014 Cuma

ALİ YEŞİLDAL'IN DA, AYİNESİ İŞTİR ELBETTE

Emek Sahnesi ve Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanı Ali Yeşildal arasında bir sorun var. Elbette bunu sadece bu iki taraf arasındaki bir sorun olarak görmek dargörüşlülük olur ama olay kolay anlaşılsın, yerelden
genele gidelim diye böyle başlıyorum yazıya.

Emek Sahnesi'nin iddiasına göre, Kırmızı Yorgunları adlı oyunları, Gebze'de oynayacakken, Daire Başkanı Ali Yeşildal'ın, oyunculardan Barış Atay hakkında "Hükümet alehinde çok konuşuyor." diyerek oyunu sansürlemesi gibi bir vaka var. Olay buradan çıkıyor.

Peki, Ali Yeşildal böyle bir şey yapar mı? Dişi horoz adlı Şehir Tiyatrosu oyununu AKP Kadın kolları toplantısında ücretsiz olarak temaşa ettiren, "aynı şehir içinde turne" gibi bir mefhumu türk tiyatrosuna kazandıran... Geçtiğimiz aralık ayında, Kocaeli Şehir Tiyatrosu'ndaki prömiyerde karısını 3. (yazıyla üç) sıraya oturttuğu için, sorumlu kişinin görev bölgesini değiştirip, onu kurulduğundan beri çalıştığı tiyatrosundan "kanuni sürgün" yoluyla yollayan Ali Yeşildal mı? Yok canım(!) yapar mı öyle şey?

yazıyı görmek için tıklayınız
Ben bu iddiaların asılsız olup olmadığıyla ilgili bir şey yazmayacağım. Elbette ki kendime göre bir düşüncem var, ama zaten akl-ı balik olan herkes bu konuda kimin haklı kimin haksız olduğunu düşünce yoluyla bulur. Benim derdim daha çok üslupla ilgili.

Sözkonusu olay gerçekleşince, kendi halinde emek Sahnesi'nin yazdığı yazıyı gördük, okuduk, paylaştık. Hasanpaşa'da tamamen kendi iştirakleriyle mütevazı bir şekilde tiyatro yapan bu arkadaşların yazısı, kurumsallığın zihni bir mefhum olduğunu gösteriyor. Hemen temiz temiz yazı yazılmış ve paylaşılmış.

Peki Kocaeli gibi koskoca bir şehrin, milyonlarca tl bütçesini yöneten, elinin altınca onlarca memuru, müdürü vb. olan kişinin bu süreci yönetme şekli ne oluyor? Daire Başkanlığı'nın ağırlığına, bürokrasinin gereklerine uygun bir cevap yazısı mı? Elbette hayır. Ortaya çıkan şey, aşağıdaki Twitt'ler.

Ali Yeşildal, bir kurumun başında olabilir, ama yukarda yazdığım gibi kurumsallaşmak zihni bir mefhum. Eğer kurumsallığa uygun bir altyapınız, kurumsal bir muhakemeniz yoksa, hasb-el kader mevkilere gelmiş(getirilmiş) iseniz, böyle "sirkatin söyler"siniz.

Kişinin ne yaptığı, ne olduğunu gösterir: Bunu söylerken Kocaeli Belediyesi'nin de çok sevdiği, kadim bir sözü arkamıza alıyoruz: Ayinesi iştir kişinin...

Koray Onur

 

30 Ocak 2014 Perşembe

KOCAELİ ŞEHİR TİYATROSU'NDAN İSTİFAM

Ülkemizin sanatsal çalışmalarının bir öznesi olmanın zorluğu, sadece sanatın zor olmasından kaynaklanmıyor. Aynı zamanda, iktidarın sürekli sanatçı üzerindeki baskı isteğiyle de mücadele etmenin doğurduğu bir zorluk var. Bu, kamu tiyatroları için de, özel tiyatrolar için de böyle.

Ama yine de sanatçıyız/olma yolundayız ya, kamu kurumlarının sağladığı sanatsal estetiğe müsait potansiyel iştahımızı kabartıyor. Orada yer almak, olanaklarından faydalanırken, karınca kararına da olsa, sanatsal yaşama katkıda bulunmak isteği insanın içine düşüveriyor ve kamu tiyatrolarında yer almak fikri yakın gelmeye başlıyor.

Ben de 2008 yılının sonlarında, böyle fikirlerle, Tuzla'da, eski bir torna atölyesini, sanat atölyesine dönüştürerek kurmuş olduğum Tuzla Tiyatro Atölyesi'nin salonunda sınavlarına hazırlanarak girdim, Kocaeli Şehir Tiyatrosu'na. O zamandan bu zamana bir sürü şey oldu tabii.

Ama öyle ya, her şeyin bir sonu oluyor. Bu sonu bazen siz belirlemek zorunda kalıyorsunuz.

İlk paragrafta sözettiğim sıkıntılar her zaman oldu, olacak. Peki ya sanatsal erkin başındakiler estetikten ve hoşgörüden uzaksa? O zaman ne yapacağız? Tiyato Müdürü Turgut Çakar'ın egemenlik kurma uğraşı içinde Ali Yeşildal (ki kendisi Kocaeli Kültür İşleri Daire Başkanı)'ı kendisine "en iyi dost" edinme çabaları ve başarılı olması, son Genel Sanat Yönetmeni Mehmet Çevik'in,  sanatsal üretiden çok "Sanatın sağladığı vitrin"i kullanma çabasıyla devam ettirdiği bir vizyon(suzluk), geldi, hiçbir üretide bulunmayan bir "patron tiyatrosu"na çevirdi bu kurumu.

Bütün bunlar ekseninde, aşağıdaki istifa dilekçesini vermek gereği doğdu. Görselde ise, dilekçem "iç edilir." korkusuyla, telefonumla fotoğrafını çektiğim "ıslak imza"lı hali. Takdirlerinize sunuyorum.

" 06.01.2014

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Müdürlüğü'ne;
2008 yılında, sanatsal yeterlilik ve sanata duyulan hassasiyet politikasiyla meşhur tiyatronuza, gururlu bir sevinçle katılmış,  verilen her görevi eksiksiz ve layıkıyla yapmaya çalışmış bir oyuncunuzum. Bu süreçte altı oyunda rol aldım, tiyatromuzun görevlendirmesiyle iki oyun yönettim, şimdi olmayan, Tiyatro Düşünce Biriminin kurucu üyeliğini ve Genç Sahne biriminin sorumluluğunu yaptım.
Son dönemlerde ardarda görülen gerek genel sanat yönetmenliği; gerek müdürlük bazındaki sanatsal estetik ve çalışan aidiyetinden uzak yaklaşımlar, tarafımı çalışamayacak noktaya getirmiştir. Aidiyetin dilden düşürülmediği bu ortam, malesef en baskıcı ve hoşgörüden uzak zamanlarını yaşamaktadır.
Beş yıldır yürüttüğüm görevimden istifa ettiğimi bildirir, gereğinin yapılmasını rica ederim.

Koray Onur"


Not: Tiyatroya hiçbir şekilde odalara çekilerek konuşmaya girmeyeceğimi, ama bana herhangi bir soruda yazılı olarak her şeyi sorabileceklerini bildirdiğim halde, hiçbir şekilde "Burada baskıcı ve hoşgörüden uzak olduğumuzu söylemişsin, neden?" diye bir soru gelmedi. Bunu tamamen muhatapların yazılı olarak vereceğim cevaplardan korkmalarına bağlıyorum ve biliyorum ki sadece suçlular korkar. Sadece Facebookta yaptığı bir yorumla ilgili Genel Sanat Yönetmen Yardımcısı Aydın Sigalı ile bir yazışmamız facebook üzerinden oldu ve onu da yakında yayınlayacağım zaten.

28 Ocak 2014 Salı

SORAN BİR OYUNDAN, ÇARPICI BİR SORU

Ülkemizde, tiyatroların üzerindeki belirsizlik sisi, bir türlü dağılmak bilmese de, bolca olumlu gelişme oluyor. Bunların en önemlisi, neredeyse sistematik sanat karşıtı politikaya karşı müteşebbis tiyatrocuların açtığı salonlar, kurdukları tiyatro toplulukları. Bunların artışıyla birlikte oyun yazarlığı ve yönetmenlik alanlarında da yeni isimler beliriyor.

18 Ocak 2014'de, “bilardo salonundan, tiyatro salonuna” dönüştürülmüş Mecidiyeköy'ün merkezindeki Sahne Hal'de, izlediğim, Açık Tiyatro yapımı olan, Bir Kurşun Deliğine Kaç İnsan Sığar, adlı oyun, tam da bu bahsettiğim oluşumların içinde yeralıyor. Karıştırılmasın, Sahne Hal başka bir “Don Kişot”, Açık Sahne başka... Bütün Don Kişot'lar el birliğinde anlayacağınız. Zira baskı, karşıtlarını birleştiren, örgütlenmeye sevkeden özelliğini içinde barındırıyor.

Sabahattin Yakut'un yazdığı ve yönettiği, Bir Kurşun Deliğine Kaç İnsan Sığar, iki otuz dakikalık kısa oyunlan oluşan bir bütün... Bu iki kısa oyun bütünü oluşturma kabiliyetlerini “Savaş karşıtlığı” ortaklığından alıyorlar. Birincisi iki kadın (Merve Dizdar, Burcu Arslan); ikincisi iki erkek (Sabahattin Yakut, Hakan Atalay) arasında geçen bu kısa oyunlar kurgu bakımından bütünlük arzetmese de, yazım sitili olarak, zamansız, milliyetsiz, ırklar ve dinler üstü bir tutum sergiliyor.

Belki de, oyun metninin en iyi tarafı da bu: Irklarla, dinlerle, dillerle öylesine ayrışmış bir vakitteyiz ki, bize tüm acıların ortak olduğunu hatırlatacak tek dalımız sanat kaldı. Ne mutlu ki Sabahattin Yakut, böyle bir metin yazarak ve bu metnin yönetmenliğini yaparak, sahnelerimize bu söylemi kazandırma yolunda adım atanlardan biri oluyor.

Bir Kurşun Deliğine Kaç İnsan Sığar, ajitasyona kaçmadan, savaş karşıtlığı ekseninde hepimizin önce insan olduğunu vurgulayabilen, bunu sanatsal estetikle yoğurabilen bir yapım. Tavsiye ediyorum.

AÇIK SAHNE HAKKINDA

Açık Sahne, Açık paydasında, tüm sanatsal üretilere açık bir şekilde çalışmalarını Taksim'deki bürosunda devam ettiriyor. Açık Sahne üyelerinden Merve Dizdar, iki projeleri daha olduğunu söyledi, elbette heyecanla bekliyorum. İlk oyununu izlediğimiz bu oluşum umarım ismi ile müsemma bir şekilde sanat yaşamımıza katılmıştır.

Koray Onur



5 Ocak 2014 Pazar

GANDİ SESLENİYOR: ZÜPPELER BİR ADIM ÖNE ÇIKSIN!

Bir dükkana girdiğiniz, eklinize bir ürünü aldığınız anda yanınızda bitiveren tezgahtar malı övercesine şunu söylüyor: "Bu çok sattığımız bir ürün!"

O vakitten sonra ürüne karşı tavrınız?

A) Almaktan vazgeçiyorsunuz.
B) Bu ürünü almak için sana fazla istek duyuyorsunuz.

Bu yönelimlere iktisat bilimi birer isim vermiş.

A) Züppe Etkisi
B) Gösteriş Etkisi

A Grubundakiler, isme bakıp, kendilerini hakarete uğramış hissetmesinler, İngilizcesi snoop effect, daha bir ısındınız değil mi? Yanlış bir isimlendirme gibi geliyor olsa da, aslında o üründen uzaklaşma sebebiniz "Herkesin sevdiği şey"i seversek sıradanlaşacağımızdan korkmamız. Bildiğin züppelik yani.
Gandi, İngiltere Kralıyla görüşmeye gittiğinde kendisini,
biraz çıplak değil misiniz, diyerek eleştirenlere;
kralın üstünde, ikimize de yetecek kadar kumaş var,
diyerek cevap vermişti.

B Grubundakiler için bir şey söylemek istemiyorum. Onlar kendilerini biliyorlar zaten.

İktisat bilimi, bilerek mi yapmış bilinmez, ama bu iki eğilime olumsuz isimler vermesi iyi olmuş. Zira bir ürünü almamızı belirleyen öyle önemli iki sebep var ki, tezgahtarın ısrarı; reklamların cazibesi; hatta ürünün fiyatının düşük olması bile yanında lüzumsuz kalıyor.

A) Ürüne ihtiyacımız olması.
B) Ürüne ihtiyacımız olmaması.

2014'e girerken kendime bir "tavsiye listesi" yaptım (Bu arada size de öneririm). Bu listenin maddelerinden biri şuydu: "Gereksiz alışveriş yapma, her şeyin var!"

Ne züppelik, ne gösteriş isteği... Alışverişimizi ihtiyaçlarımız belirlesin.

Yılın bu ilk yazısından herkese mutlu yıllar...

Koray Onur