26 Nisan 2014 Cumartesi

GİZLİ İŞSİZLİK VE GİZLİ BEKARLIK


Önce, gizli işsizlik denen bu nadide iktisat terimi nedir, onu öğrenelim:

İşte bunlar hep, gizli işsizlik...
"Bir ekonomide bulunan bazı kişiler işsiz sayılmaları gerekirken, bir işyerinde ya da tarımsal köylü işletmeleinde şu ya da bu biçimde bir iş yapar görünebilirler. Ancak, bunlar toplam üretime bir katkıda bulunmazlar. Bunların üretime katkıları ya sıfırdır ya da sıfıra çok yakındır. Gizli işsizlikten, bir ekonomide çalışır göründüğü, hatta yararlı şeyler üretimine yardımcı olduğu halde, üretkenliği sıfır olan insanlar anlaşılır. Yani, bu insanların üretimden çekilmeleriyle üretimde herhangi bir azalma sözkonusu değilse, o ekonomide gizli işsizlik var demektir. "Genellikle azgelişmiş ülkelerde görülen 'gizli işsizliği', bir ekonomide marjinal verimi sıfır olan işçilerin bulunması olarak tanımlamak olanaklıdır." (Bu alıntıyı yaptığım yerin linki için buraya tıklayabilirsiniz

Yukarıdaki gibi bir tanım varken ben de uzun uzun anlatmak istemedim, bir yerde çalışıp, ama aslen, boşbeleş birine gizli işsiz deniyor. Gerçi bunun tam tersi durumlar da var, yani hiç iş yapmaz görünürken aslında üretimin çok büyük kısmında rol oynayanlar da (sanatçılar olabilir mi misal?), ama bu başka bir yazının konusu olabilir elbette.

Ben, gizli işsizliğin hayatımızdaki birçok konuya bağlanbilecek, dişil bir terim olduğunu, oldum olası düşünmüşümdür. Ama sanırım kadın erkek ilişkilerinde mükemmel bir yeri var: Gizli Bekarlık...

Bunu da uzun uzun anlatmak gereksiz, yukardaki tanımı uyarlayarak, konuyu size anlatmam mümkün:

Gizli bekar...
Bir aşk ilişkisinde bulunan (sevgililik, birlikte olmak, aşk yaşamak, evlilik vb.) bazı kişiler aslında ilişki yaşamadıkları halde toplum nazarında, biriyle birlikte, ya da evli gözükebilirler. Ancak, aslında bunlar birliktelik türleri içine bedenen ve ruhen bir katkı sağlamazlar. Bu kişilerin bulundukları ilişkilere katkısı sıfır ya da sıfıra çok yakındır. Gizli bekarlıktan, bir sevgiliisi, eşi olduğu halde aslında mevzuyla hiç alakası olmayan kişiler anlaşılır. Yani bu insanlarla ilişkinizin bitmesiyle pratik hayatınızda ve ruhi durumunuzda büyük bir boşluk oluşmuyor, hatta daha rahat bir nefes aldığınızı görüyorsanız o ilişkide gizli bekarlık var demektir. Genellikle ahlak dayatması yüzünden yada artistlik olsun diye başlanan ilişkilerde görülen "gizli bekarlık" bir ilişkide o ilişkiye katkısı sıfır olan kişilerin bulunması olarak tanımlamak olanaklıdır.

Şimdi, "Gizli Bekarlar" düşünsün!!!

Koray Onur

25 Nisan 2014 Cuma

BİR KÖPRÜ İLE BİR YAZAR ÜZERİNE, TİYATRO GÜZELLEMESİ

Arda Aydın'ı izlemek her zaman iyidir.
23.Nisan'daki tatili İstanbul'da farklı bir şekilde değerlendirdim. Kocaeli Şehir Tiyatrosu'nda çalıştığım dönemde, Genç Sahne'de öğrencim olmuş arkadaşlarla buluştuk. Eh, tiyatronun birleştirdiği insanlar olarak, buluşmamızı bir oyuna giderek taçlandırmak doğru olacaktı. Kendim izlememiş olduğum halde, oynayan ve yöneten isimlere güvenim tam olarak Fatih Reşat Nuri Sahnesi'ndeki, Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi adlı oyunu seçtim. Yönetmen, Can Doğan; Ziya Osman Saba'nın öykülerinden oyunlaştıran, Hilmi Zafer Şahin; Oynayanlar: Özgür Atkın ve Arda Aydın...

Bu oyuna İzmit'ten gelen misafirlerimi götürmekle bir taşla iki kuş vurmak niyetindeydim. Arda Aydın'ı izlemek, her zaman güzeldir; Hikayelerden oyunlaştırılmış bir metnin, dramaturg marifetiyle ortaya nasıl dört başı mamur bir oyun olarak çıktığını görmek önemlidir...
Ziya Osman Saba'yı, tiyatro yoluyla tanımak...

Şükürler olsun ki, bu iki muradımı da Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi'nde buldum. Hem, nispeten çok bilmediğim bir yazarı tanımak hem onun gözünden İstanbul'u biraz daha idrak edip, anlamak yolunda bir saate sığdırılmış (ki bu derli toplu rejiden dolayı yönetmen Can Doğan, apayrı bir takdiri hakediyor) bir metinle bir adım daha yol katetme şansına sahip olmak; hem de ne anlatırsa hangi tonda söylerse söylesin bir kelimesini bile seyirciye kaçırtmayan pırıl pırıl Türkçe'siyle Arda Aydın'ı izlemek...


Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi, yeni bir oyun değil, ama ilk kez izliyorsak, her şey yenidir. Ve iyi bir oyun eski de olsa iyidir.

Koray Onur

MESUT İNSANLAR FOTOĞRAFHANESİ
Yazan: ZİYA OSMAN SABA, OYUNLAŞTIRAN:HİLMİ ZAFER ŞAHİN
Yöneten: CAN DOĞAN
Dramaturgi: HİLMİ ZAFER ŞAHİN
Müzik: MERTOL ŞALT
Sahne Tasarımı: MEHMET EMİN KAPLAN
Işık Tasarımı: FATİH MEHMET HAROĞLU
Kostüm Tasarımı: EYLÜL GÜRCAN
Yönetmen Yardımcısı: ÜMRAN İNCEOĞLU- SAMET HAFIZOĞLU-ÇAĞLAR POLAT
Süre: 1 SAAT 10 DAKİKA / TEK PERDE
OYUNCULAR

Özgür Atkın/Samet Hafızoğlu, Arda Aydın

4 Nisan 2014 Cuma

TİYATRO EĞİTİMİ ÜZERİNE TEZLER 1: KAHT-I RİCAL

Osmanlı'nın son dönemlerinde, özellikle Sultan Reşad döneminde en büyük eleştirilerden biriydi kaht-ı rical.

Carl Ebert
Kaht, kesilmek; rical ise, adam demek. Birebir çeviride pek bir şey ifade etmiyor, ama adamsızlık, adamın kalmaması anlamında ve daha çok devlet adamları hakkında olmak üzere, alttan yetişen devlet adamı olmaması anlamında kullanılıyordu. Osmanlı'nın son dönemlerinde bu kriz iyice büyümüştü. Kaht-ı rical de bir terim olarak böylece literatüre geçmiş oldu.

Sonraki yıllarda, özellikle ayrıcalıklı kabul edilen üç alanda, yani tıbbiye, mülkiye ve harbiye de, Osmanlı'nın geçmişten gelen eğitim disiplinine önem verilerek, zaten halihazırda bir geleneği olan bu kurumlarda kaht-ı rical olmaması için türlü çalışmalar yapıldı.

Günümüzde bile hala bu gelenek kendini belli eder, toplum, biri orduya, tıbba ya da devlete "kapak attı" mı onun hayatının kurtulduğuna kanidir. Peki bu alanların eğitimi nasıldır?

Bu üç alanın da eğitimindeki ortak özellik, eğitimin öğrencinin keyfine bırakılmaması, adeta öğrenciyi dizayn edici olmasıdır (hala da öyledir). Öğrencilik sırasında bu grupların üyeleri her ne kadar şikayet etse de, ilerki yıllarda meslek ve özel hayatlarında faydalarını an-be an gördüler, görmekteler. Bu eğitim, öğrenciyi disiplinli bir şekilde bilgiyle donatırken, yine aynı disiplinle onu dizayn ediyor, hayata karşı bir tecrübe kazanmasını, görgü sahibi olmasını öngörüyordu.

Ancak, Anadolu topraklarının içinde sanat eğitimi, böyle bir miras devralmadı; bu tür bir gelenek ile beslenmedi. onun gelişimi çok daha farklı, ve biraz da estek köstek, oldu.

Tiyatro alanında, Cumhuriyet sonrası, devşirme usulünün bir yansıması kabilinden, Carl Ebert ile yapılan eğitim çalışmalarının, bir şekilde bu genç cumhuriyetin tiyatro jenerasyonuna nüfuz etmesi gerekiyordu. Ancak bir yandan da, yeni kurulan bu cumhuriyetin millete sanatsal atılımının üretilerini hızla göstermesi lazımdı. Bu, iki şeyin aynı anda becerilmesi demekti ve zorlu bir işti. Bir şeylerin, haydi feda demeyelim de, belki ihmal edilmesi gerekiyordu.

İhmal edilen taraf eğitim oldu ve bir tiyatro eğitimi sistematiği yerine, usta-çırak ilişkisine dayanan ve kendi "efsanelerini" yaratan bir söyleme dayalı tiyatro eğitimi yönelimi doğal olarak ortaya çıkmış oldu. Bir eğitim sistematiğine sahip olmayan hocalar ve "usta"lar, çıraklık yönelimini parlatarak, yazısız ama sözlü kuralları nesilden nesile aktarma yolunu seçtiler.

Günümüzde dahi hala akredite edilememiş bir meslek yaşantımızın olması, hala eğitmenlerin sahada, sahadakilerin de eğitimde yer almadığı bir konservatuar eğitimine sahip olmamız; at izinin it izine karıştığı, adına sistematiği bırak, sistemli bile denemeyecek ancak birkaç bölüm başkanının "olmazsa olmaz" lığına bağlı bir tiyatro eğitimimizin olması, işte bu şartların komplikasyonudur.

Sanat eğitimi, tabiatı itibarıyla dizayn edici bir eğitimdir ve öyle olması gerekir. Hangi ellerin öğrencileri dizayn edeceği ya da o ellerin yetkinliği elbette tartışılabilir, ancak mevcut sistemde hangi saiklerle eğitmen alınmakta ya da hangi saiklerle öğrenci yetiştirilmektedir, bunun bir cevabının verilmesi gerekir.

Türkiye'de tiyatroyu tartışan çevrelerin, neredeyse, birçok kifayetsiz isme terkedilmiş konservatuarları, kursları ve eğitim alanları ile ilgili hiç konuşmaması son derece saçma bir durum. Önce konuşulması gereken, tiyatro eğitimidir. Tiyatroyu tiyatro bölümlerinden mezun olanlar oluştururken bunun konuşulmaması komedidir.

Tiyatro, oyunculuk bağlamında, yönetimleri ve patronları bağlamında bir kaht-ı rical yaşıyor. Önce bir bunu koyalım ortaya, sebeplerini tartışalım.

Koray Onur