5 Aralık 2014 Cuma

SANATSAL YÖNETİMİNİN İMKANSIZLIĞI ÜZERİNE KRİTİK



Sanatı yönetmekten korkan kitle (sanatçılar), sanatı yönetmeye soyunanlara büyük bir aşağılamayla bakarlar. Aristokrasinin, burjuvaziye, tüccara yaklaşımına çok benzeyen, hem elini kirletmekten kaçınıp, hem de eli kirlenenleri aşağılayan aristokratik bakış açısıdır bu.

Yönetim, sanattan daha kirli bir şey değildir, ama onda, sanatçıların, sanata atfettiği, kaynağı meçhul bir “kutsiyet” eksiktir. Kanının onu asil yaptığına yürekten inanmış aristokrat gibi, sanatçı da sanatının onu kutsal yaptığına inanır. Bu yolla sanatçı, kendisine ait, kaynağı belirsiz aristokrasisini yaratmış olur.
Her aristokrasinin olduğu gibi, sanat aristokrasisinin de bir meraklı kitlesi vardır. İki üyesiyle tanışınca kendisi de, sosyetenin bir parçası olduğuna inananlar gibi bu sanat aristokrasisinin etrafında bir takım budalalar belirir. Bu budala topluluğunun oluşmasına sanat aristokrasisi de destek verir ve ayak işlerini onlara yaptırır. Bulundukları noktadan, en beğendikleri entelektüel eylem olan, yöneticilerle alay etme işine devam ederler. Yönetenlerin belirleyiciliği ciddiye binince ve onların “alaycı entellektüel” bakışlarından bu yönetici sınıf iyiden iyiye sıkılınca, yalnız kalmışlık duygusuyla huysuzlaşan sanat aristokrasisi, “Neden bize sorulmuyor.” argümanı üzerinden nefretini kusmaya başlar.

Tüm bunlara rağmen, çağımızda, yönetici bir kesim olmadan sanat yapılamayacağını bildiklerinden, yönetimle, transparanlaşmış olduğu için görünmeyen bir bağ kurmaya çalışırlar. Bu bağ transparan özelliğini yitirene kadar, devam eder. Bir yandan çevrelerine topladıkları budalalar muhalefeti taşırken onlar transparan bağlarla yönetimle aralarını dengeler. Bu, aradaki bağ, transparan özelliğini yitirene kadar sürecektir. Her zaman muhalif gözükmekten beslenen sanatçılar, bu bağı kopararak süreci yeni baştan başlatmak zorunda kalacaktır.

Sanatçının, hiçbir öneri sunmadan (buna gerek de duymadan) yönetimi suçlamasının altında yatan sebep, bundan kaynaklanır. Sanattan sadece “sanatçı olma”yı yeter koşul sandığı sürece, sanatçı sanat dışında bir şey üretemeyecektir. Buna da elbette bir itiraz olamaz. Ama arının bal yapmasının doğasında olması, lakin iğnesini sokmaya çalıştığında iğneyle birlikte tüm iç organlarını bırakıp ölmesi gibi, sanatçı da sanat dışında ürettiği her söylemde iç organlarını bırakır ve sanatçı olma vasfından vazgeçmek zorunda kalır. Sanat dışı söylem (mesela yönetsel bir söylem), isminden de anlaşılacağı gibi, sanat dışıdır ve o sanatçı yönetim dilini, sanat diliyle kurduğu an, sadece bir hataya düşmekle kalmaz, aynı zamanda bir demogojik kısırdöngünün içine girer.

Sanatsal estetik dahilinde, sanat dışı her malzeme sanatın aletidir. Ayrıca her tür sanat dışı mevzu, sanatsal üretinin konusu olabilir. Ama sanatsal üreti, o konunun özü değildir. Sanat mecrasında bir konu sanatsal olarak tartışılır, konunun özü “ruh”u tartışılamaz. Onu, sanat dışında, o konunun mecrasında tartışmak mümkündür ancak.

Bu yüzden, estetiğin dili ile yönetim, kurulamaz. Sanatsal dille yönetim ilkeleri ancak imgesel olarak “kurgulanabilir”. Yönetim, yönetim ve yöneten olarak kalacaktır, ama romantizmin bataklığından çıkmayı reddeden aristokrat sanatçıların düşündüğünün aksine “sanatsal bir yönetim” gerçek olmayacağı gibi, gerekli de değildir.


KORAY ONUR
Aralık 014