Neden yazıyoruz?
Yazının bulunmasında en önemli itkinin, ekonomik ilişkiler olduğu bilinir. Kimden ne kadar mal alındığının ya da kaşılığında ne yapıldığının kaydını tutmak için yumuşak kilden tabletler üzerine çivimsi ekipmanlarla işaretlemeler yapılıp sonra fırınlanması fikri, yazının gelişmesine sebep oldu.
Ama, ekonominin önemi kadar başka şeylerin de önemli olduğunun farkına varmış olan insan yazıyı, ülkeler arası anlaşmalarda, önemli bulduğu olayları başkalarına, belki de gelecek nesillere, aktarmak için de kullanmaya başladı.
Yani diyebiliriz ki yazı bir iletişim şekli olduğu kadar bir saklama aracı da… İnsan kendi hayatıyla ilgili kayıtları yazı yoluyla tutabiliyor. Bu aynı zamanda kendiyle de bir iletişim yolu açıyor. Bir defterime not aldığım bir düşünce 20 yıl sonraki bana bir mesaj olabilir. Unutmuş olduğum bir düşüncemi bana tekrar hatırlatıp, bir hatayı yapmamı bile engelleyebilir. Bu açıdan bakıldığında her not, gelecekteki kendimize bir mektup niteliği taşır.
Yazının bu işlevini bildiğimden ve hatta önemsediğimden, çevremin, “Bu kadar yazıyorsun, bir kitap niye yayınlamıyorsun.” Demelerini önemsemem. Zira kitap çıkarmak, insanın kendi kendine yazdığı notlara benzemiyor. Nasıl evde tekbaşımıza otururkenki halimiz tavrımızla, insanların arasına çıktığımızda halimiz arasında bir fark varsa kendi kendimize yazdığımız şey ile insanlara sunacağımız şey arasında bir fark olmalı. Kendine has bir disiplini, özeni içermek zorunda. Yazdığımız şey bir hikaye, deneme, şiir ya da roman olsa da değişmez bu. Onu okuyacak kişilerin, yazdığımız şeyle ilgilenmek için bir sebebi olacak mı, onlara yeni bir şey sunacak mıyız, hoşça vakit geçirecekler mi gibi soruları sormak, yazarın en önemli sorumluluğudur.
Konuşurken bağlamından kopuk, gereğinden fazla ve beynimizi taciz edercesine davrananlara geveze diyoruz. Bu yazdıklarımız için de geçerli. Yazı gevezesi olmamak çok önemli.
Ücreti mukabilinde kitapların basıldığı bu zamanlarda bu uyarıyı not düşmek gerekiyordu. Şimdi siz sağ, ben selamet…