Şekilde bir çizme görülüyor. |
Bir tepeye yerleşip, şehrin
kalabalığını resmeden ressamın arkasına bir adam dikilir ve onu
seyretmeye başlar. Ressam, insanları çizerken adam, “çizmenin
topuğu öyle olmaz, daha uzun olmalı.”, der.
Ressamımız bir şey demez ve devam
eder. Bir süre sonra adam yine uyarır, “Çizmenin tokası öyle
olmaz, baş şöyle yukarı doğru bakacak.”. Bu sefer ressam dönüp
adama, “Sanane kardeşim, nasıl istersem öyle çizerim!” diye
çıkışır. Adam cevap verir, “Ben çizmeciyim.”.
Ressamımız, bu cevaptan sonra susar,
zira resminin iyi olması için bir çizmeciden yardım almak ona hiç
de fena gözükmez. Bu sefer, çizmeyi çizerken adamın bilgisinden
yararlanmak için sorular sormaya bile başlar. Bir süre sonra adam
tekrar konuşur, “Kadının bacaklarını öyle çizdin, bak yamuk
oldu gördün mü?”.
Bu sefer ressam hiddetlenir, “Bana
bak, çizmeyi aşma!”
Şu sıralar, Şehir Tiyatroları'na, o
şehrin seçtiği belediyeciler tarafından bir tahakküm operasyonu
düzenleniyor. Bir darbe gibi, “Sanatın parasını biz veriyoruz,
şimdi sanatı da biz yapacağız, bizim isteğimizin dışında bir
şey olmayacak.”, deniyor.
Birincisi bir şeyi açıklığa
kavuşturalım, beyler, bayanlar. Şehir Tiyatroları'nın sanatının
parasını belediye başkanı vermiyor. Belediye başkanı, denen
kişi, halk tarafından, geçici olarak seçilmiş, halkın
vergilerle kesilmiş parasını, halk için harcamak üzere seçilmiş
bir kişidir. Yani öyle kafasına estiğinde krallık yapamaz.
Şehir Tiyatrosun'nun zaten 100 yıllık,
birçok sanat dışı kurumundan dahi daha eski bir geçmişi var ve
bu geçmiş, bir takım zevahirin iddia ettiği gibi, “Raslantısal”
, “günü kurtaran” kararlarla oluşmadı. Ciddi kurallar,
gelenekler ve hatta raconlarla bu zamana kadar gelerek, ülkenin en
önemli sanat kurumu oldu.
Dün, Galatasaray Lisesi önünde toplanan binlerce sanatçı, protesto yürüyüşü yaptılar. |
Bu zamana kadar Şehir Tiyatrolar'nın
çalışma sisteminde zaten bürokratlar vardı. İçine entegre
olmuş bir şekilde sanatsal olmayan bir çok işte bürokratların
bilgi ve birikiminden yararlanıldı. Zaten sanatçı adam çizmeciyi
buldu mu, ondan nasıl çizme yapıldığını öğrenmek için can
atar. İş ki, “herkes işini yapsın”.
Had bilmek, bir erdemdir. Sanatçı ne
yapamayacağını, bürokrat ne yapamayacağını bilecek.
Muhsin Ertuğrul'u Atatürk çağırıyor
ve soruyor: “Muhsin Bey, ülkemizde tiyatro ve opera faaliyetleri
için ne gibi şeyler yapmak gerekir? Bu konuda çalışmalara
nereden başlamalıdır?”
Muhsin Ertuğrul cevap veriyor: “Önce
bir sanat okulu, bir konservatuar açılmalıdır efendim.”
Atatürk hemen bir müsteşarını
çağırarak Muhsin ertuğrul'un bir okul kuracağını ve gerekli
yardımı kendisine yapması gerektiği emrini verir.
Dışarı çıktıklarında müsteşar
Muhsin Ertuğrul'a sorar: “Muhsin Bey, bu okul ne kadara malolur
acaba?”
Muhsin Ertuğrul, “Ben bilmem
efendim, ben konservatuar gerektiğini bilirim, onun maliyeti benim
işim değil.” diye cevap verir.
Sanatçı mesleği için ne gerekiyorsa
onu doğadan emmeye, gereksiz her şeyi ise kusmaya meyyaldir.
Bürokratın işine karışmaz, iş ki, kendi işini sağlıklıca
yapsın. Gerektiğinde bürokratından yardım istemekten de
çekinmez, yeter ki, sanatına kolaylık sağlansın.
Ancak, bürokrat ya da belediyeciler,
kendi sınırlarından çıkıp sanatçılığa soyunmaya ve bir
tahakküme çalışırlarsa sanatçı tepkisini kesinlikle
geciktirmez.
Dün saat 11:00'de binlerce sanatçının
bağırdığı gibi biranda hiddetlenir ve haykırır:
Çizmeyi aşma!
Koray Onur