25 Nisan 2012 Çarşamba

ÇİZMEYİ AŞMAK


Şekilde bir çizme görülüyor.

Bir tepeye yerleşip, şehrin kalabalığını resmeden ressamın arkasına bir adam dikilir ve onu seyretmeye başlar. Ressam, insanları çizerken adam, “çizmenin topuğu öyle olmaz, daha uzun olmalı.”, der.

Ressamımız bir şey demez ve devam eder. Bir süre sonra adam yine uyarır, “Çizmenin tokası öyle olmaz, baş şöyle yukarı doğru bakacak.”. Bu sefer ressam dönüp adama, “Sanane kardeşim, nasıl istersem öyle çizerim!” diye çıkışır. Adam cevap verir, “Ben çizmeciyim.”.

Ressamımız, bu cevaptan sonra susar, zira resminin iyi olması için bir çizmeciden yardım almak ona hiç de fena gözükmez. Bu sefer, çizmeyi çizerken adamın bilgisinden yararlanmak için sorular sormaya bile başlar. Bir süre sonra adam tekrar konuşur, “Kadının bacaklarını öyle çizdin, bak yamuk oldu gördün mü?”.

Bu sefer ressam hiddetlenir, “Bana bak, çizmeyi aşma!”

Şu sıralar, Şehir Tiyatroları'na, o şehrin seçtiği belediyeciler tarafından bir tahakküm operasyonu düzenleniyor. Bir darbe gibi, “Sanatın parasını biz veriyoruz, şimdi sanatı da biz yapacağız, bizim isteğimizin dışında bir şey olmayacak.”, deniyor.

Birincisi bir şeyi açıklığa kavuşturalım, beyler, bayanlar. Şehir Tiyatroları'nın sanatının parasını belediye başkanı vermiyor. Belediye başkanı, denen kişi, halk tarafından, geçici olarak seçilmiş, halkın vergilerle kesilmiş parasını, halk için harcamak üzere seçilmiş bir kişidir. Yani öyle kafasına estiğinde krallık yapamaz.

Şehir Tiyatrosun'nun zaten 100 yıllık, birçok sanat dışı kurumundan dahi daha eski bir geçmişi var ve bu geçmiş, bir takım zevahirin iddia ettiği gibi, “Raslantısal” , “günü kurtaran” kararlarla oluşmadı. Ciddi kurallar, gelenekler ve hatta raconlarla bu zamana kadar gelerek, ülkenin en önemli sanat kurumu oldu.

Dün, Galatasaray Lisesi önünde toplanan binlerce sanatçı,
protesto yürüyüşü yaptılar.
Bu zamana kadar Şehir Tiyatrolar'nın çalışma sisteminde zaten bürokratlar vardı. İçine entegre olmuş bir şekilde sanatsal olmayan bir çok işte bürokratların bilgi ve birikiminden yararlanıldı. Zaten sanatçı adam çizmeciyi buldu mu, ondan nasıl çizme yapıldığını öğrenmek için can atar. İş ki, “herkes işini yapsın”.

Had bilmek, bir erdemdir. Sanatçı ne yapamayacağını, bürokrat ne yapamayacağını bilecek.

Muhsin Ertuğrul'u Atatürk çağırıyor ve soruyor: “Muhsin Bey, ülkemizde tiyatro ve opera faaliyetleri için ne gibi şeyler yapmak gerekir? Bu konuda çalışmalara nereden başlamalıdır?”

Muhsin Ertuğrul cevap veriyor: “Önce bir sanat okulu, bir konservatuar açılmalıdır efendim.”

Atatürk hemen bir müsteşarını çağırarak Muhsin ertuğrul'un bir okul kuracağını ve gerekli yardımı kendisine yapması gerektiği emrini verir.

Dışarı çıktıklarında müsteşar Muhsin Ertuğrul'a sorar: “Muhsin Bey, bu okul ne kadara malolur acaba?”

Muhsin Ertuğrul, “Ben bilmem efendim, ben konservatuar gerektiğini bilirim, onun maliyeti benim işim değil.” diye cevap verir.

Sanatçı mesleği için ne gerekiyorsa onu doğadan emmeye, gereksiz her şeyi ise kusmaya meyyaldir. Bürokratın işine karışmaz, iş ki, kendi işini sağlıklıca yapsın. Gerektiğinde bürokratından yardım istemekten de çekinmez, yeter ki, sanatına kolaylık sağlansın.

Ancak, bürokrat ya da belediyeciler, kendi sınırlarından çıkıp sanatçılığa soyunmaya ve bir tahakküme çalışırlarsa sanatçı tepkisini kesinlikle geciktirmez.

Dün saat 11:00'de binlerce sanatçının bağırdığı gibi biranda hiddetlenir ve haykırır:

Çizmeyi aşma!

Koray Onur

19 Nisan 2012 Perşembe

TİYATRONUN GELECEĞİ İÇİN BİRLİK OLMAK

Penguen, Sürece katkı sağlayanlar arasında.
İstanbul Şehir Tiyatrolarının başındaki yönetmelik belası, özellikle konuyla ilgilenenlerin malumu.

Bir grup sanatçı arkadaşımız canhıraş pozisyon alma, mücadele etme uğraşındayken azımsanmayacak bir grup da sessizliğini korumakta.

Sessizliğin iki sebebi olabilir:

1- Bu yönetmelik değişikliğini onaylıyorlar, ama tepkiden ve dışlanmaktan korkuyorlar.
2- Bu yönetmeliğe muhalif sanatçılara duydukları "eski hesaplar" a dayalı husumetlerinden dolayı onların debelenip ter dökmelerini bir kenardan zevkle izliyorlar.

Birbirinden beter iki yaklaşım...

"Ben sanatçıyım." diyenin sözkonusu yönetmeliği onaylaması mümkün değil, kriz zamanlarında kişisel husumetleri yapmamız gereken mücadelenin önünde tutmak ise "Ben insanım." diyene yakışmaz.

İnsan ve sanatçı olarak, yapmamız gereken, kim safın önünde, kimsafın ardında hesapları yapmadan omuz omuza, bu haksız uygulamanın karşısında durmaktır.

Bunun için herkesi 24 nisan 2012 salı günü saat 11:00de galatasaray lisesi önünde bekliyor olacağım.

Koray Onur

15 Nisan 2012 Pazar

ATEŞLİ SABIR NOTLARI

Bugün, Antonio Skarmeta’nın, Pablo Neruda için adeta bir güzelleme olarak yazdığı şahane metni Ateşli Sabır’ı izledim. Oyun hakkındaki görüşlerimi paylaşmadan önce bir eleştiri yazısı yazmadığımı hatırlatmak isterim. Bir kısmını şahsen tanıdığım yaratıcı ve oyuncu kadro bana oyunu nasıl bulduğumu sorsa, söyleyeceklerimi, aklımda kaldığınca aktarmaya çalışıyorum hepsi bu.

Ben, oldum olası tiyatronun tiyatro sınırları içinde pek güzel bir sanat olduğunu düşünmüşümdür. Tiyatro’yu sinematografik bir gerçekliğe ulaştırmak için yapılan gereksiz süslemeler hep canımı sıkıyor. Tiyatroyu tiyatro olarak yaşatması bakımından bu oyunu başarılı bulduğumu söylemeliyim. Dekor kullanımı, yönetmenin gereksiz dekor değiştirme çabalarına girmemesi gibi şeyler gördüm ve  bu beni sevindirdi. Örneğin oyunun başlarında Beatriz Gonzalez’in yatak odası olarak gördüğümüz bölüm, daha sonra bir meyhanenin mutfağı, bir evin salonu vs. olarak kullanılıyor ve bunlar yapılırken dekorda hiçbir değişiklik yapılmıyor. Belli ki, yönetmen, seyircinin hayal gücüne güvenmiş. Seyircinin hayal gücünü küçümseyen nice yönetmenler gördüm, ki bunlardan tiyatrolarımızda bolca mevcut, seyirciyi bir mekanın başka bir mekana dönüştürülmesi için yarı karanlıkta içeri girip çıkan teknisyenleri izlemeye maruz bırakıyorlar. Halbuki aslolan mekan yaratmak değil, atmosfer yaratmak olmalı.

Levent Öktem’in Pablo Neruda yorumuna kendisinin inandığı bir gerçek. İşte bu inanç, Neruda yorumunu izlenebilir kılıyor. Oysa Levent Öktem’in bu tarzı günümüzdeki oyunculuk arayışlarının ve oyunculuğunun geldiği noktanın gerisinde kalıyor.

Mert Turak, oyunun içinde, oyuna ısındı. Başlarda, kendisinden beklemediğim bir tutuklukla oynadıysa da, oyun ilerledikçe vücudu ve ruhu doldu ve onun dolan deposu bizim kafamızdaki Neruda’yı yüceltti. Mario Jimenez rolündeki oyuncunun en önemli işi, seyirciye Pablo Neruda’nın ne büyük bir insan olduğunu anlatmak, Neruda’yı, onu hiç tanımayan birinin dahi, gönlünde en güzel yere yerleştirmektir. Bunun için önce egosunu altetmesi, sonra oyununu süslemesi gerekir. Mert Turak bunu başararak kesinlikle rolünün gereğini yerine getiriyor.

Ayşegül İşsever ve Derya Çetinel

Derya Çetinel, çok avantajları olan bir oyuncu. Hem güzel bir kadın olabilir, hem de şirin bir kız... Ama Beatriz Gonzalez gibi bir rolde birinden birini seçmek gerekiyor. derya Çetinel’in kötü oynadığını kesinlikle söyleyemem, hatta başarılı bile buldum. Bu iki kız tipi arasında kalmasaydı, sahnede parlardı.

Ayşegül İşsever, ya kendi ya da yönetmenin seçimlerinden olsa gerek, çok iyi parlatılabilecek bir rolde fırsatı kaçırmış. Oynadığı Rosa Gonzalez’in, Neruda’ya gönderdiği mektupta “dul” ibaresini özellikle kullanmasını, seyirci anlarken, Ayşegül İşsever mi anlamamış? Neruda gibi biri karşısında dururken, gençliğine geri dönüşler yaşayan bir kadının bu “med-cezir”lerini de görmek isterdik, oyununda.

İzdüşümler şeklinde isimlendirilmiş, dans topluluğunun çok güzel kullanıldığını görmek, beni sevindiren bir ikinci öğe oldu. Adeta bir tablo gibi kullanılan, Derya Keykubat, Derya Yıldırım, Cihan Kurtaran, Hamit Erentürk’ten oluşan izdüşümler, rejinin de öngörüsü sayesinde, dikkat bile edilmeyen bir “figür” olarak değil, koskocaman bir anlatım öğesi olarak kullanılmış.

Ragıp Yavuz’u kutluyorum. Pırıl pırıl ve kesinlikle izlemeye değer bir oyun çıkmış ortaya.

Ateşli sabır’ın tüm emekçilere sevgilerim ve saygılarımı yolluyorum.


Koray Onur


Oyunun künyesine ulaşmak için TIKLAYIN.