Güzel olmayan kadın, hep daha çok makyaja ihtiyaç duyuyor. İçerikten yoksun insanın da, güzellik arayışı hep dış güzelliği üzerinden oluyor.
Günümüzdeki tiyatronun durumu da buna benziyor. İçeriğiyle değil, plastiğiyle seyirciyi etkilemeye çalışan bir tiyatro anlayışı öyle bir hale geldi ki, artık, şaşalı kostüm ve dekorlar, özelde oyuncu, seyirci ve yönetmenin, genelde insanoğlunun hayalgücünü bastıracak kertede etkin olmaya başladı.
Artık, "Şaşalı dekor ve kostümler yap ki, rejiyle ilgili bir fikrin olup olmadığının üstünde kimse durmasın." anlayışı iyice egemen. Fondöten olarak kullanılan bir kostüm ve dekor anlayışı.
Ben yukarda yazdıklarım üzerine düşünüp, kafamı bunlarla meşgul ederken, karşıma Tiyatro Anadolu'nun Doyçland adlı oyunu çıktı. Sadeliğin; oyunculuk üzerine duran bir reji anlayışının; dekorun amaç değil, araç olarak kullanılmasının bir bileşkesi, Doyçland.
Beliz Güçbilmez'in yazdığı Doyçland, edebi bakımdan çok güçlü olmamasına rağmen, doğru düzgün; aşırılıklardan, lüzumsuz süslemelerden arındırılmış bir metin. Kurgusu da, hiç yabana atılacak gibi değil, hatta yönetmene olanaklar sağlamaya pekala muktedir.
Oyun bir türküyle başlıyor. Hoş, "İki bölüm, türkülü oyun." diye tanımlanmış bu oyun, zaten birçok yerde, Direktörlüğünü Oktay Köseoğlu'nun yaptığı türkülerle devam ediyor. Sahnede, bir oyun kurgusu içinde şarkı söylemek; bu şarkıların, türkü gibi, bize ait bir türden olması; müziğin sadece, yine Oktay Köseoğlu'nun tarafından, canlı çalınan bir piyano eşlğiyle sağlanması gibi şeyler oyuncu olarak iştahımı kabarttı.
Bu noktada hareket düzenine de değinmek lazım. Erdinç Anaz'ın, hareket düzenini yaparken takındığı "yumuşak" tutum, dansa varmaya çalışmayan, ama basit hareketler dizgesi de diyemeyeceğimiz üslup, son derece hoştu. Oyuncuyu da yormayan, türkülerle bütünleşik bu tarz, oldukça da kullanışlı...
Erol İpekli'nin, kendini hissettirecek ya da yönetmeni seyircinin gözüne gözüne sokacak dokunuşlardan ve "artizlikler"den kaçındığı belli olan bu oyunu, beğenmemek mümkün değil. Bir kişi, böyle bir oyunu beğenmedim diyemez. Bu oyundan hoşlanmayabilirsiniz. Ama beğenmedim demeniz mümkün değil. Bu hissiyatı oluşturmak ve böyle bir reji tartımını kurgulamak oldukça zor. Bu bakımdan yönetmen Erol İpekli'yi kutlamak lazım.
Yönetmenin bu tavrını oyunculara da yansıttığını, sahnede izlediğimiz oyunda rahatlıkla görüyoruz. Aylin Aydoğdu, Arif Pişkin, Ezgi Uzşen, Nazan Yerli, Arzu Turan, Berk Kırlak, Ozan Karaahmet, Ediz Akşehir, Simten Demirkol 'dan oluşan oyuncu kadrosu, yönetmenin rejide seçtiği yolu büyük bir başarıyla yürüyerek, yalın, gereğinden fazla olmayan ama aza da kaçmayan bir oyunculuk edasını taşıyorlar.
Bütün ekibi tek tek tebrik ediyorum. Tiyatro Anadolu'nun yolu, birçok tiyatroya örnek olmalı.
Koray Onur
Günümüzdeki tiyatronun durumu da buna benziyor. İçeriğiyle değil, plastiğiyle seyirciyi etkilemeye çalışan bir tiyatro anlayışı öyle bir hale geldi ki, artık, şaşalı kostüm ve dekorlar, özelde oyuncu, seyirci ve yönetmenin, genelde insanoğlunun hayalgücünü bastıracak kertede etkin olmaya başladı.
İzlenmesi gereken, çok hoş bir oyun, Doyçland. |
Ben yukarda yazdıklarım üzerine düşünüp, kafamı bunlarla meşgul ederken, karşıma Tiyatro Anadolu'nun Doyçland adlı oyunu çıktı. Sadeliğin; oyunculuk üzerine duran bir reji anlayışının; dekorun amaç değil, araç olarak kullanılmasının bir bileşkesi, Doyçland.
Beliz Güçbilmez'in yazdığı Doyçland, edebi bakımdan çok güçlü olmamasına rağmen, doğru düzgün; aşırılıklardan, lüzumsuz süslemelerden arındırılmış bir metin. Kurgusu da, hiç yabana atılacak gibi değil, hatta yönetmene olanaklar sağlamaya pekala muktedir.
Oyun bir türküyle başlıyor. Hoş, "İki bölüm, türkülü oyun." diye tanımlanmış bu oyun, zaten birçok yerde, Direktörlüğünü Oktay Köseoğlu'nun yaptığı türkülerle devam ediyor. Sahnede, bir oyun kurgusu içinde şarkı söylemek; bu şarkıların, türkü gibi, bize ait bir türden olması; müziğin sadece, yine Oktay Köseoğlu'nun tarafından, canlı çalınan bir piyano eşlğiyle sağlanması gibi şeyler oyuncu olarak iştahımı kabarttı.
Bu noktada hareket düzenine de değinmek lazım. Erdinç Anaz'ın, hareket düzenini yaparken takındığı "yumuşak" tutum, dansa varmaya çalışmayan, ama basit hareketler dizgesi de diyemeyeceğimiz üslup, son derece hoştu. Oyuncuyu da yormayan, türkülerle bütünleşik bu tarz, oldukça da kullanışlı...
Erol İpekli'nin, kendini hissettirecek ya da yönetmeni seyircinin gözüne gözüne sokacak dokunuşlardan ve "artizlikler"den kaçındığı belli olan bu oyunu, beğenmemek mümkün değil. Bir kişi, böyle bir oyunu beğenmedim diyemez. Bu oyundan hoşlanmayabilirsiniz. Ama beğenmedim demeniz mümkün değil. Bu hissiyatı oluşturmak ve böyle bir reji tartımını kurgulamak oldukça zor. Bu bakımdan yönetmen Erol İpekli'yi kutlamak lazım.
Yönetmenin bu tavrını oyunculara da yansıttığını, sahnede izlediğimiz oyunda rahatlıkla görüyoruz. Aylin Aydoğdu, Arif Pişkin, Ezgi Uzşen, Nazan Yerli, Arzu Turan, Berk Kırlak, Ozan Karaahmet, Ediz Akşehir, Simten Demirkol 'dan oluşan oyuncu kadrosu, yönetmenin rejide seçtiği yolu büyük bir başarıyla yürüyerek, yalın, gereğinden fazla olmayan ama aza da kaçmayan bir oyunculuk edasını taşıyorlar.
Bütün ekibi tek tek tebrik ediyorum. Tiyatro Anadolu'nun yolu, birçok tiyatroya örnek olmalı.
Koray Onur