Öncelikle şunu belirteyim, hayvan
beslememiş, ya da onlardan korkan biri değilim. İğrenmem de, hayvandan.
Zamanında, dört su yılanı, su semenderleri beslemiş; akvaristlik yapıp, balığın
türlüsünü çoğaltmış; kedi ve köpek bakmış; eve yaralı olarak aldığım, martı,
karga, yarasa ve atmacaları beslemiş biri olarak yazıyorum. Hayvan sevmediğim,
onlardan tiksindiğim için aşağıdakileri yazdığımı düşünecek sığlar için gerekli
bilgiyi verdikten sonra konuya dönebilirim.
|
Bu kafeslerin bir AVM'de olması hiç farketmez.
|
Hanımlar, beyler! İster kabul edin, ister etmeyin, hayvan sahibi
olmanın kalbinde ciddi bir sömürü yatar. Bu, sadece, kedi-köpek gibi türlerin
değil, balık, kaplumbağa gibi, akvaryum ve kuş gibi, kafes hayvanları için de
böyle.
Hayvan satıcıları ne derse desin,
çocuğunuzun pedagojisi için hayvan bakılması gerektiği yönündeki önermeyi
ciddiye almayın. Çocuğun egzersiz yapmasını kolaylaştırmasından tutun; kardeş
yapamayan ebeveynlerin, hayvanla çocuğun yalnızlığını gidermeleri için evcil
hayvan önerilmesine kadar açılan bir saçmalıklar silsilesidir bu. Çocuğun
yalnızlığını ortadan kaldırmanın ve onun gelişiminin ebeveynlerince sağlanması
sorumluluğunun, hayvanlara ihale edilmesi garabetini bir kenara bırakacak
olursak, çocuğumuz ya da kendi keyfimiz için yuvasından, gerçek yaşam alanından
koparılmış bir hayvanı biblo gibi evimize koymak, bir canlı üzerinde bedensel
ve manevi bir sömürüden başka bir şey değildir.
Dışarıda ölmek üzere ya da sakat
olduğu için evine aldığı hayvana bakanların itirazlarını duyuyor gibiyim.
Kendilerinin ayrı bir paragraf hak ettiklerini ben de düşünüyorum. Ancak, bu
yolla evcilleştirilip eve alınan hayvanların durumu, kentleşme, avlanma,
endüstriyel hayvan sömürüsü( deri, kürk için avlanan, kozmetik ve ilaç
deneylerinde kullanılan hayvanlar) gibi konularda hiçbir yaraya merhem
olamamaktadır. Ayrıca, bu gibi sahiplenmelerin, hayvan sömürüsü konusunda
bireyin, üstüne düşeni yaptığı sanrısını yaratarak, konunun özüne inmeye engel
oluşturduğu da düşünülürse, sahiplenme meselesinin tekrar ele alınması
gerektiği görülebilir. Yardıma muhtaç bir hayvana, yardım etmek elbette kötü
değil. Ama, konunun çözümünü buradaymış gibi sunmak, hayvan sömürüsüne hizmet
etmekten başka bir şey değil.
ÜSTTEN BAKIŞ
Doğa karşısında, realitede ve
bilimsel açıdan, insan, hiçbir canlıdan üstün değildir. Hiçbir canlı, insana
hizmet etsin diye yaratılmamıştır. Bizim onları, bize hizmet(?) için
kullanmamız da, bu gerçeği değiştirmez.
Hayvanlar için yapılan her şey,
onların haklarını savunmak dahi, hayvanlara dair, onların yerine bir “üst akıl”
olma iddiası taşıdığından üstten bakıştır (bu yazı dahil). İnsan merkezcilik
iyidir, ama doğanın bütünü söz konusu olduğunda saçmalaktan başka bir şey
olamaz. Doğa, herhangi bir şeyin merkezde olmadığı, değişkenliklere haiz ve bambaşka
bir mekanizmadır. Dolayısıyla hayvanlar hakkında her türlü akıl yürütme,
insanın yaşamına hayvanı entegre etme çabasıdır.
Sokakta, hayvan beslemek, bu “iyi
niyetli üstten bakış”ın bir sonucudur. Hayvanları beslemenin ya da onlara bir
kap su koymanın kötü olduğundan sözetmiyorum. Ama üstten bakışımız ve kendimizi
merkeze alışımız o kadar ayyuka çıkmıştır ki, hayvanların şehirde rahat etmesi
için gereken her şeyi sorarız da şunu sormayız: Benim burada ne işim var?
Zira, yayılan ve doğayı harabeden
bir türüz. Çöpün kenarına kedilere yemek bıraktığımız zaman, o çöpün yerinde 10
yıl önce bir çimenliğin olduğunu düşünmeyiz, 10 yıl önce yuva yaptığı ağacın
yerine yapılan dairemizin pervazında, o güvercini beslemek için bir şeyler
koyduğumuzda mutlu oluruz. Bu, bir üstten bakışın görmezden gelişidir.
Hayvan ve insan üzerine, canlı
kavramı ortak paydasından hareketle, ekonomik, politik, felsefi bir "kafa
yorma"yla yola çıkmayan bir hareketi ve şahsın ciddiye alınması işte bu yüzden
gereksiz.