22 Ekim 2014 Çarşamba

SORU SORAN BİR ÇAĞDAN, “CEVAP OLMAYAN, CEVAPLAR ÇAĞI”NA

Antikçağ'ın ve onun felsefesinin en değerli tarafı, belki de, soru soran bir çağ oluşudur. Şimdilerde kimse sorularla ilgilenmiyor. Cevapların içeriği değil, şekli önem kazanıyor. Halbuki sorular teorileri ortaya çıkarır. Teori ile evreni ve olguları anlamak mümkün olur. Ama bir teoribakış açısıdır ve bakış açısı bizim görüşümüzü belirler. Elinde çekiç olan biri, her şeyi bir çivi olarak görmeye başlar.

Nazım Hikmet'in bir şiirindeki beyiti gibidir teoriler: 
Tavşan korktuğu için kaçmaz; kaçtığı için korkar.*

Bu oyunculukta da aynen böyledir. Bir rolü çalışırken onu içten bazı duygularla çıkartamazsınız. Davranışlar ve hayata bakış şekli içi belirler. Bir insan, doğar doğmaz çoban gibi düşünüp, çoban olmaz; çoban olunca, çoban gibi düşünmeye başlar.

Demek ki teorilerimizde bir yanılgıya düşmememiz lazım. Yoksa fıkradaki gibi, kendini darı sanan adama döneriz: Kendini darı sanan bu adam, uzun bir psikiyatrik tedaviden sonra iyileşmişti. Artık kendini darı falan sanmıyordu. Artık iyileştin, dedi doktoru sevinçle. Evet, diye cevap verdi adam. Ama sonra kaygıyla devam etti, Evet ama, bundan tavukların haberi var mı acaba?

Teorileri oluşturmanın en önemli yolu ise sorulardan geçiyor, hele hele doğru sorular... Sorular, cevaplara giden bir yolun önünü açarlar, bu yol, cevaplardan daha önemlidir. Çünkü çoğu zaman yol, onun çıktığı yerden hem daha zevkli, hem de daha önemlidir. Teoriler bu yolun daha başlangıcında oluşur. 

Teori deyince bilimi anmamak, soru deyince ondan sözetmemek olmaz. Ancak bilimin, sorulardan oluşmuş o yoldan beklentisi felsefeden farklıdır. O, “yol” u bir amaç olarak değil, araç olarak görür. Kuşkusuz, bilim, bu özelliğinden ötürü kötü sayılamaz; ama tam bu özelliği, bilimi lezzetsiz yapar. Burada felsefe hemen imdada yetişir, bilim, felsefenin penceresinden lezzet kazanır, etlenip butlanır...

Nazım Hikmet,
"Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar"
 derken, bir teori tanımı yapıyordu.
Bunu şunun için belirtiyorum. Henüz bilimsel disiplinlerin müstakilleşmediği bir çağda, felsefe, insanlığın en büyük atılımını yapmıştır: Sormak. Tarih derslerinde yazı ve tekerleğin bulunuşundan sözedilip de, “İnsan Antikçağ'da felsefe yapmaya başlamıştır.” gibi bir cümlenin neden geçmediğini oldum olası anlamamışımdır. Oysa felsefi çalışma, ilk başta, doğru soruların arayışıydı. Sırf doğru soruları sormayı akıl etmesiyle dahi medeniyete öncülük etti.

Antikçağ Felsefesi, soruların felsefesiydi. Belki de Sokrates'in yolu bu yüzden “Doğurtma”ya çıktı. Ne de olsa cevaplar zaten bizdeydi...

Şimdi “modern” çağımızda ise cevaplar hazır. Kimse soruların iyisinden anlamadığı gibi, kaliteli cevaplarla da ilgilenmiyor. Karl Marks'ın parlak bir şekilde ifade ettiği gibi “Katı olan her şey buharlaşıyor.”. Cevap olarak sunulan şeyler, soruların etrafından dolaşan laf kalabalığı ve uyanıkça gizlenmiş cehaletten ibaret. Gerçek cevaplar buharlaştı, hala Antik çağlardan gelen bilginin yağında kavrulan bir avuç insan kaldı.

Cevap olmayan cevapların devri, soru soran bir çağı özlüyor.

                                                                                                    Koray ONUR

*Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı

Hiç yorum yok: