15 Mart 2012 Perşembe

"TIRT" SAĞLIK BAKANLIĞI LOGOSU

Simgelerin çok önemli olduğu tartışılmaz. Hani diyebiliriz ki, onlar olmasaydı gündelik hayatımız bile ciddi aksamaya uğrardı; tarih gelişemez, tıkanmaya uğrardı.

Harfler simge, onlar sayesinde yazıyoruz, bilgi aktarıyoruz.

Trafik işaretleri, bayraklar, renkler vb.

Bu bakımdan simgelerle ilgilenmek, çok "kafa açıcı" bir hobi olabileceği gibi, bir yandan profesyonel bakış açısının şart olduğu bir iş.

Hele bir ülkenin sağlık bakanlığının yeni logosunu bulmaya çalışıyorsanız, işin içine evrensel, özgürlükçü bir bakış sokmak şart.

Sol tarafta T.C. Sağlık Bakanlığı'nın eski (daha yeni eski oldu) logosunu görüyorsunuz. Bir yılan ve akasya dalı özellikle göze çarpıyor. Yılan Sembolizmi üzerine bir yazı önceden yazmıştım, buradan ulaşabilirsiniz. Ülkenin çevresini sarmalayan akasya dalının ise evrensel anlamı, sonsuzluktur. Yılan sembolizması ile sonsuzluğu yanyana koyduğunuzda, sağlık ile çağrışım hemen yerini bulmakta. Dünyanın neresine giderseniz gidin, bu logoyu gören biri tıpla ilgili olduğunu anlayacak, biraz daha araştıran ise, içindeki manayı kavrayacaktır. Sözkonusu logo simgesel olarak fena değil ancak, grafik tasarım olarak mutlaka elden geçmeliydi, hatta bazı eklemeler de yapılabilirdi, bu teknik bir mevzu.

Sağda ise yeni T.C. Sağlık Bakanlığı logosu... Şu, her yerde kullanılması adet olan, kafası vücuttan bir gıdım ayrı duran adam figürünü kim bulmuşsa, onu bir kenarda kıstırmak istiyorum, o ayrı; ama şu logonun sembolizmasını (Türk Bayrağı hariç) bana açıklayacak bir kişi var mı? Olacağını hiç sanmam zira ben bu logonun nereden bulunduğunu biliyorum. İşte o belge aşağıda...

9 Mart 2012 Cuma

ANTİGONE TRAGEDYA YAŞAYINCA, BİZ DE YAŞAMIŞ SAYILDIK

Antigone'den, türlü oyunlar, oyunculuklar...
Antigone, dram sanatı içinde çok önemli bir oyun, Sophokles’in yarattığı karakterler, psikoloji tarihinde bazı hastalık ya da komplekslere isimlerini verecek kadar, tiyatro metinlerinin dışına taşmış karakterlerdir (Oedipus kompleksi, en meşhuru).

Tiyatroya asgari ilgisi olan biri, Antigone’nin bir yerde oynadığını duyunca heyecanlanır ve izlemeye koşar.

Elbette durum bende de böyle oldu.

Kenan Işık’ın yönettiği bu oyunu izlemek için, anadolu Yakası’nın çok hoş ve nispeten yeni olan Üsküdar Tekel Sahnesi’nde hazır bulundum.

Gelgelelim, izlediğimiz oyun, Antigone’nin tragedyası olacakken benim için tragedya oldu.

Kuşkusuz, Antigone’nin yaşadığı dram çok büyüktür, ama onunkinden daha büyük bir dram görmek isterseniz, oyuna gidin ve kendinize bir bakın, muhtaç olduğunuz dram, oturacağınız koltukta mevcuttur.

Lafı evirip çevirmeden söyleyeyim: Antigone’yi izlerken, oyundaki tek bir şey dahi, bana inandırıcı gelmedi, ne bir jest, ne bir ses bende “doğal” hissiyatını yarattı. Günümüzde, tiyatrolarımızda, böylesi hamasi, böylesi yüzeysel bir üslubun kalmadığını anlatmaya çalışırken, doğal oyunculuk tarzında arayışlar için laboratuvar çalışmaları, atölyeler düzenlenirken, İstanbul devlet Tiyatrosu’nda Antigone gibi bir metnin bu şekilde oynanması, üzücü.

Oyunda oynayan bütün oyuncu arkadaşlara soruyorum; oynadıkları “şey”e inanıyorlar mı?

İnanıyorsanız, bilin ki, bu yol, yol değil. İnanmıyorsanız, siz yaptığınıza, söylediğinize inanmıyorken, o koca dramların içine, seyirci olarak bizim girmemizi bekleyebilir misiniz?

Bir oyuncu olsun ki, önümüze, kızgın, ama sadece kızgın olmaktan başka bir şey olmayan bir tip koysun. Ama bu tip, aslında, dram sanatının en önemli karakterlerinden biri olan, Antigone olsun. İzlediğimiz Antigone, kızgın pozlar takınmaktan, hep yüksek ve “tok” perdelerden konuşmaktan başka bir şey yapmasın... Yazık değil mi? Gözde Okur’un Antigone’si bu.

Atilla Olgaç, anlıyorum, kendisinde pek davudi bir ses var. Ama başka şeyler de olması lazım. Sadece davudi ses ile, oyunculuk yapma devri çoktan geçmedi mi? Oynadığı Kreon karakterinin ikilemlerini, dertlerini hiç göstermiyor bize. Kreon’un, üstüne çöken ağır sorumluluklar, gururuna yenik düşerken, bir yandan da, yaptığının ne yanlış bir iş olduğunu anlayacak kadar da akıllı olan Kreon, kendisine çok mu az malzeme sunmakta acaba? Sanmam. Ama biz bunları olsun göremeyince, esen gürleyen bir sesten başka hiçbir şey bulamıyor, kendimizi oyuna kaptırıp tadını çıkartmak yerine, dakikaları saymaya başlıyoruz.

Barış Bağcı, bir Haimon oynuyor ki, evlere şenlik: Haimon, oyunun en bahtsız karakterlerinden biridir: Babası ile sevgilisi Antigone arasında kalarak, hayatına son vermeyi seçer. Sophokles’in bu karakteri, oyun boyunca çektikleri yetmezmiş gibi bir de Barış Bağcı’nın elinden çekiyor. Yeryüzünde ne kadar poz kesme, ne kadar duygudan yoksunluk varsa onu bir yerde bulmuş da, Haimon’da kullanıyormuş gibi gözüktü gözüme Barış Bağcı. “Höm, Höm” şeklinde tariflenen bir oyunculuk şekli vardır ya, işte tam o...

Oyunda neler neler var. Daha çok anlatmak gerekir. Ama ben hiç beğenmediğim oyunlar hakkında, beğenmediğim oyunlar kadar yazamıyorum. Sıkıcı ve yorucu oluyor. Şimdilik burada bırakayım en iyisi.



Oyun hakkında bilgi ve künye için: Burası

1 Mart 2012 Perşembe

MÜTHİŞ BİR BELGESEL

İnternetin en güzel taraflarından biri, istediğimiz bir çok bilgiye ulaşabilmek. 
Ama daha iyisi var: İstediğimiz bilgiye, istediğimiz zaman ulaşabilmek.

Televizyonun egemenliğinin sarsılmadığı zamanlarda, bir şeyi kaçırdığınızda, onu tekrar yakalayamazdınız. Şimdi internet, bu kuralı da yıktı.

National Geographic yapımı olan, Earth: Making Of A Planet (Dünya: Bir gezegen Yapmak. İsmin çevirisi bana ait. K.O.) benim televizyonda izlemeye başladığım, ama oyuna yetişeceğim için, neredeyse ağlayarak yarıda bıraktığım bir belgeseldi. Küçük bir araştırmayla internetten bulunca, yutarcasına tekrar izledim ve sizinle de paylaşma ihtiyacı duydum.

Belgesel, 5 milyar yıl öncesine gidiyor ve oradan sizi bir zaman trenine bindiriyor. 

Türkçe dublajı da çok nitelikli olan bu belgesel, Dünya'nın ve yaşamın varoluşunu, çok anlaşılır, müthiş bir görsellikle bize sunuyor.

Tek yapmanız gereken, bu yolculuğun tadını çıkartmanız.


Belgeseli izlemek için BURAYA tıklayın. İyi Seyirler...