23 Haziran 2013 Pazar

FATURAYI ÇALIŞANA KESEN BİR FİRMA, BODY SHOP

3 gün önce (20 Haziran 2013) günü, Body Shop'tan bir roll on aldım. Üstündeki etikette 19.50 olan fiyat, kasada 21.50 olarak gözüktü.

Görsel koymaya gelince mutlu çalışan bulmak kolay :)
Bilindiği gibi, tüketici hakları gereği, bir ürünün etiketindeki fiyat kasada da geçerlidir. Bir zam olmuşsa da, onu etikete yansıtmamak şirketin hatasıdır ve şirket tüketiciye bu ürünü, etiket fiyatı üzerinden vermek zorundadır.

Ben bu konuyu hatırlatınca kasadaki arkadaş, amiri olduğunu tahmin ettiğim bir başkasını çağırdı. Bu gelen şahıs, kasanın bu ürünü etiket fiyatıyla okumayacağını söyledi. Hemen arkasından da, " eğer size böyle indirimli verirsek aradaki farkı bu arkadaştan keseceğiz." dedi.

Sevgili amirin, iki liralık fark için arkadaşını öne sürmesini bir kenara bırakmak mümkün mü? 

Onun ve koskoca(!) Body Shop'un yaptığını ben yapmayayım, çalışanına, ona emeğiyle değer kazandırana layık gördüğü muameleyi, insan olmanın gereği olarak, ben yapmayayım dedim ve ısrarımdan vazgeçerek iki lira farkla ödemeyi yaptım.


Ama amir gidince o çalışan arkadaşa, "Amiriniz sizi müşterinin önüne attı, şimdi nasıl hissediyorsunuz?" demekten de kendimi alamadım. Fakaaaaat!

O amir, bunu kafasına göre söylemedi heralde. Demek ki Body Shop'un böyle bir uygulaması var, ve amirin tek hatası, bu durumu kendini rahatça kurtarmak için dışardan biri olan müşteriye açık etmesiydi.
İnsan kaynaklarının sloganıyla uygulama pek örtüşmüyor..

Durumu daha da açıklığa kavuşturmak için Body Shop'un sitesinde bir iletişim bilgisine ulaşmaya çalışırken, insan kaynakları bölümünde gördüğüm slogandaki çelişki ve sitedeki telefon numarasından hiçbir yere ulaşamam beni bu yazıyı yazmaya itti.

Kozmetik ürünleri üreten Body Shop, hayvanlar üzerinde deney yapmayan firmalarla çalışmayı tercih etmesi sebebiyle dikkat çekici. Ancak aynı özeni çalışanları için de göstermiyor olsa gerek ki, iki lirayı bile çalışanından kesebilecek tıynette. Ne de olsa, büyük(!) marka olmak kolay değil.

Ancak çalışanına bu muameleyi reva gören bir firmanın, hayvanlar konusunda ne kadar samimi olduğunu an itibariyle sorgulamaya başladım  (Bu konuda bilgilendikçe buradan paylaşacağım).

Daha önceki Temiz Marka Olabilir mi? adlı yazımda dikkat çektiğim nokta, Body Shop için ne kadar geçerli hep birlikte göreceğiz.

Koray Onur


19 Haziran 2013 Çarşamba

DÜNYAYI CEBİNDE TAŞIYAN NESİL

Baba (!)
İnsanımız,uzun bir süre boyunca,  bir başkanın ya da başbakanın, “baba”lık özelliği olması gerektiğini düşündü. Bu, Osmanlı’dan miras bir fikirdi. Her şeyi devletten bekleyen bir kolaycılıkla birlikte, sorgulamamanın, körü körüne devlet bağlılığının, teba olmanın kalıntıları “Sen, bizi yönetenlerden daha iyi mi bileceksin?” yaklaşımıyla kendini gösteriyordu.


Tonton (!)
1980 sonrası, özellikle Turgut Özal’ın başbakanlığı süresince, daha “Tonton!” bir devlet yaklaşımı hakim oldu.Bu “Tonton”luğun da bir sebebi (ya da bedeli) vardı: Götürücülüğün, devlet dairelerindeki rüşvetin bizzat başbakanın  “ Benim memurum işini bilir.” söylemiyle legalleştiği, kurumların içinin çürümeye başladığı ama yüzeyde otobanların yapıldığı 2. köprülerin hayata geçtiği bir dönem... Halk kendini ister istemez şöyle teselli ediyordu “Adam yiyor, ama hizmet de yapıyor.”


İktidarın başındaki bakanlar ve bakanlıklar, milletvekilleri sanki bize hizmet etmek için aday olmuş insanlar değillermiş, bambaşka işleri varken aslında lütfedip bize hizmet de ediyorlarmış, eh bunun karşılığında biraz da kendi ceplerini haklı olarak dolduruyorlarmış gibi bir batıl inancın n


eredeyse toplumun tüm damarlarına nüfuz ettiği bir kültürel dönemeçten sonraki ekonomik bocalama sürecinin meyvelerini de toplayan AKP, işte böyle bir zamanda başa geldi.


Tepeden bakan
Ancak toplumların da bir evrimi olduğunu hiçbir zaman göremedi AKP. Evrim kuralı gereği, her nesilde işe yaramayan organların köreldiğini, işe yarayanların ise güçlendiğini idrak edemedi.


Yeni nesil AKP’nin eline doğmadı belki ama, kendilerini bildiklerinde AKP’den başka da bir şey görmediler. Onlar ne Özal’ın “Tonton”luğunu; ne Demirel’in şapka destekli “ Baba”lığını gördüler.


Ama bu yeni nesil Türkiye’de doğmadı, bu yeni nesil, sınırsız bir haberleşme ağının içine doğdu. Her bilgiye istedikleri zaman ulaşabilen; kendilerine sunulan dışında dünyanın her yerindeki yorumları beyin süzgecinden geçirmeye muktedir olarak doğdu bu nesil. Haliyle doğar doğmaz dünya vatandaşı oldular, dünyanın her yerine onları götürebilecek pasaportları olan bilgisayarlar önce çantalarına, sonra ceplerine girdi.


Tüm dünyayı cebinde tutan birisi, artık bir başbakanın ona ileri geri konuşmasına “Ananı da al git”; “En az üç çocuk yap.”; “Ben senin dindar olmanı istiyorum.”; “Taraf olmazsan bertaraf olursun.” gibi laflara pek papuç bırakmaz.


Cebinde dünyayı taşıyan biri, eğer geçmişte devletin ağır yumruğunu orasında burasında hissetmemişse, hiçbir şeyden korkmaz.


Cebinde dünyayı taşıyan biri; başbakan dahi olsa bir şey söylemek istediğinde, onu karşısında kendisine kıymet verir bir şekilde bulmak ister. O ne baba ister, ne de “yese de hizmet eden” bir bürokrat; o, her şeyden önce dikkate alınmak ister.


Cebinde dünayayı taşıyan nesil; karşısında bir “insan devlet” görmek istiyor. İstediği zaman konuşabileceği, yeri gelince geri adım atıp özür dileyecek bilgelikte bir devlet istiyor.

Talep bu!


Talep yeni bir devlet adamı şekli.