9 Mart 2012 Cuma

ANTİGONE TRAGEDYA YAŞAYINCA, BİZ DE YAŞAMIŞ SAYILDIK

Antigone'den, türlü oyunlar, oyunculuklar...
Antigone, dram sanatı içinde çok önemli bir oyun, Sophokles’in yarattığı karakterler, psikoloji tarihinde bazı hastalık ya da komplekslere isimlerini verecek kadar, tiyatro metinlerinin dışına taşmış karakterlerdir (Oedipus kompleksi, en meşhuru).

Tiyatroya asgari ilgisi olan biri, Antigone’nin bir yerde oynadığını duyunca heyecanlanır ve izlemeye koşar.

Elbette durum bende de böyle oldu.

Kenan Işık’ın yönettiği bu oyunu izlemek için, anadolu Yakası’nın çok hoş ve nispeten yeni olan Üsküdar Tekel Sahnesi’nde hazır bulundum.

Gelgelelim, izlediğimiz oyun, Antigone’nin tragedyası olacakken benim için tragedya oldu.

Kuşkusuz, Antigone’nin yaşadığı dram çok büyüktür, ama onunkinden daha büyük bir dram görmek isterseniz, oyuna gidin ve kendinize bir bakın, muhtaç olduğunuz dram, oturacağınız koltukta mevcuttur.

Lafı evirip çevirmeden söyleyeyim: Antigone’yi izlerken, oyundaki tek bir şey dahi, bana inandırıcı gelmedi, ne bir jest, ne bir ses bende “doğal” hissiyatını yarattı. Günümüzde, tiyatrolarımızda, böylesi hamasi, böylesi yüzeysel bir üslubun kalmadığını anlatmaya çalışırken, doğal oyunculuk tarzında arayışlar için laboratuvar çalışmaları, atölyeler düzenlenirken, İstanbul devlet Tiyatrosu’nda Antigone gibi bir metnin bu şekilde oynanması, üzücü.

Oyunda oynayan bütün oyuncu arkadaşlara soruyorum; oynadıkları “şey”e inanıyorlar mı?

İnanıyorsanız, bilin ki, bu yol, yol değil. İnanmıyorsanız, siz yaptığınıza, söylediğinize inanmıyorken, o koca dramların içine, seyirci olarak bizim girmemizi bekleyebilir misiniz?

Bir oyuncu olsun ki, önümüze, kızgın, ama sadece kızgın olmaktan başka bir şey olmayan bir tip koysun. Ama bu tip, aslında, dram sanatının en önemli karakterlerinden biri olan, Antigone olsun. İzlediğimiz Antigone, kızgın pozlar takınmaktan, hep yüksek ve “tok” perdelerden konuşmaktan başka bir şey yapmasın... Yazık değil mi? Gözde Okur’un Antigone’si bu.

Atilla Olgaç, anlıyorum, kendisinde pek davudi bir ses var. Ama başka şeyler de olması lazım. Sadece davudi ses ile, oyunculuk yapma devri çoktan geçmedi mi? Oynadığı Kreon karakterinin ikilemlerini, dertlerini hiç göstermiyor bize. Kreon’un, üstüne çöken ağır sorumluluklar, gururuna yenik düşerken, bir yandan da, yaptığının ne yanlış bir iş olduğunu anlayacak kadar da akıllı olan Kreon, kendisine çok mu az malzeme sunmakta acaba? Sanmam. Ama biz bunları olsun göremeyince, esen gürleyen bir sesten başka hiçbir şey bulamıyor, kendimizi oyuna kaptırıp tadını çıkartmak yerine, dakikaları saymaya başlıyoruz.

Barış Bağcı, bir Haimon oynuyor ki, evlere şenlik: Haimon, oyunun en bahtsız karakterlerinden biridir: Babası ile sevgilisi Antigone arasında kalarak, hayatına son vermeyi seçer. Sophokles’in bu karakteri, oyun boyunca çektikleri yetmezmiş gibi bir de Barış Bağcı’nın elinden çekiyor. Yeryüzünde ne kadar poz kesme, ne kadar duygudan yoksunluk varsa onu bir yerde bulmuş da, Haimon’da kullanıyormuş gibi gözüktü gözüme Barış Bağcı. “Höm, Höm” şeklinde tariflenen bir oyunculuk şekli vardır ya, işte tam o...

Oyunda neler neler var. Daha çok anlatmak gerekir. Ama ben hiç beğenmediğim oyunlar hakkında, beğenmediğim oyunlar kadar yazamıyorum. Sıkıcı ve yorucu oluyor. Şimdilik burada bırakayım en iyisi.



Oyun hakkında bilgi ve künye için: Burası

Hiç yorum yok: