31 Mart 2014 Pazartesi

KANDIRILDIK!

Yazının başlığına bakıp, AKP'nin bizleri nasıl kandırdığını anlatacağımı sananlar, ya da hala böyle bir ümidi olanlar, isterlerse okumaya devam etmeyebilirler, zira bu yazı AKP ile ilgili değil.

Bizi kandıran CHP ile ilgili.

Kronikleşmiş CHP muhalefeti, artık muhalefet kalmayı kabul ettiğini; çoğulcu demokrasiyi değil, kendi yerini korumayı önemsediğini sanırım bu son seçimde, herkese iyice belletmiştir. Deniz Baykal'ın başlattığı bu kronikleşmiş, iktidarı almayacağını bilen, ama sadece ana muhalefeti başkasına kaptırmak istemeyen CHP anlayışı son kozlarını bu seçimde oynadı ve malesef, bunu, bizleri kandırarak yaptı. Aslında belediye seçimi olan lakin, hakikatte belediye değil genel seçim olan 30 Mart seçimlerindeki kampanyasıyla insanları kandırarak yaptı.

Örnekse, böyle, son derece kabiliyetli biridir kendileri.
Bilindiği gibi, AKP 12 Eylül referandumunda "Darbecilerden hesap sorma" kozuyla birlikte aynı çuvala koyduğu anti demokratik kanun tasarılarını halka sunarken, "Bu referandumda evet, demeyen darbecidir." söylemini ön plana çıkarmıştı. Bu seçimde ise CHP "Bu seçimde CHP'ye oy vermeyerek oyları bölen, AKP yandaşıdır." söylemini alttan alta yayarak, insanları çoğulcu demokrasiden uzaklaştırıp, "Düşmanımın düşmanı dostumdur." şeklindeki kıt anlayışa, Mustafa Sarıgül garabeti ve Mansur Yavaş milliyetçisine sürüklemeye çalıştı. Bu kandırmacanın mimarı oldu.

Başarılı oldu mu? Elbette hayır. Genel Başkan olarak girdiği ilk seçimde, kendi partisine oy atamayan bir Kemal Kılıçdaroğlu'ndan bahsediyoruz.

Kendi partisinden yolladığı, ama baskılara bile göğüs geremeyerek "paşa paşa" geri aldığı bir Mustafa Sarıgül'ü bir de İstanbul belediye başkan adayı yapan, Kemal Kılıçdaroğlu...

Henüz, 30 yıl kadar bir süre önce,
solcuların üstüne İstanbul Üniversitesi'nde yürüyüşte dinamit atan; Taksim'de 1 Mayıs'ta taramalılarla halkın üzerine ateş açan; Maraş Katliamı'nı dizayn eden kadroların yetiştirdiği Mansur Yavaş gibi bir ismi Ankara Belediye Başkan Adayı yapan; o da yetmez, onunla birlikte bozkurt işareti yaparak tur atan bir CHP Genel Başkanı...

Omursuzluk, onursuzluğu getirir. Bir parti kendisini, başka bir partinin yenilgisi üzerinden tanımlıyorsa vay haline, yazık, boşa uğraşmasın o.

Bir partinin yenilgisi üzerinden kendi sevincini dizayn ediyorsa, ona oy veren seçmenlere de yazık.

Dün CHP'ye yazık olmadı. Çoğulcu demokrasiye yazık oldu.

Koray Onur

5 Mart 2014 Çarşamba

BİR BAĞNAZLIK TÜRÜ OLARAK TİYATRO AŞKI

Al sana aşk.
Geçen gün bir meslektaşımla konuşurken küçük bir fikir teatisinde bulunduk. O, tiyatronun aşkla bağlanılan bir şey olduğunu söylerken, ben asla böyle bir yaklaşımım olmadığını söyledim. Ona göre tiyatro sevmeden yapılabilecek bir iş değildi ve malesef bu işi sevmedikleri halde yapan çok sayıda tiyatrocu vardı.

Doğrudur, tiyatroyu sevmediği halde tiyatro mesleğinin içine düşmüş, artık başka bir işte de pabuç tutturamayacağından, yanlış bir evlilik yapmış kişilerin kaderlerine boyun eğmesi kabilinden, tiyatro yapmaya devam eden kişiler var, ama bunların sayısı hiç de sanıldığı gibi (en azından o meslektaşımın sandığı kadar) fazla değil.

Bir de bana göre en az, yanlışlıkla bu mesleği yapanlar kadar, tiyatro mesleğine zarar veren bir kesim var: Tiyatroya "aşk"la bağlananlar.

Şimdi elbette biz bir mesleğe aşkla bağlanmayı, ona sarılmak, onunla bir olmak, ondan gayrı bir şey düşünmeden mesleğini doğru yolda sürdürmek olarak da adlandırıyoruz, ancak benim yazımın konusu bunlar değil.

Tiyatroya aşkla bağlananlar, tiyatrodan daha kutsal (kutsal kelimesini, burada, gerçek kelime anlamıyla kullanıyorum), ondan daha karmaşık, daha önemli, daha güzel ve tüm iyi nitelikleri kendinde toplamış başka bir sanat daha düşünmez. Başka disiplinlere tam da bu sebeplerle itibar etmez. Tiyatro denince, son derece bağnaz, eleştiriden uzak, analitik düşünceye kapalı ve bırakın bilimsel yaklaşımı, aklı dahi kullanmaktan imtina eden bir tavır içersindedir.

Tiyatroya aşkla bağlananlara da, cahilliklerinden ötürü "duayen" ünvanını hemen layık görüp, onları hep takip eden bir grup insan da oluşur. Tiyatro "aşk"ından ölüp biten tiyatrocu, bu kısıtlı kitle için üretir, alıcısı belli olduğu için, ne yaptığını sorgulamaz, gelişmez.

Aşkın her türlüsü şahane, bayılıyoruz kendisine ama süreklilik sağlayan bir duygu olmadığı gibi, aklın ve mantığın çizgisinden nasibini almamış bir duygu. Kişilere duyulan aşk dahi, sevgiyle bezeli olmadıkça, patalojik takıntılara yol açıp, iki kişiyi de bunalımlara sürüklemeye gebeyken, bir meslek için yakıt olarak aşkı kullanmak doğru değil.

Koray Onur

2 Mart 2014 Pazar

KUMARHANELER, KÜÇÜK İRADE VE ONUN KREDİ KARTIYLA İMTİHANI

Hiçbir Şey yaratamayan toplumlar, yarattıklarıyla övünemedikleri için, satın alabildikleriyle övünmeyi tercih eder.


Kumarhanelerde, parasal değeri aynı olduğu halde, neden paranın kendisinin değil de, kumar fişleri kullanıldığını düşündünüz mü? Sorsanız "Güvenlik için." cevabını verirler. Kumarhanelerin hiçbir yerine, kişi ne kadar sürenin geçtiğini anlamasın diye saat koymayan; herkes uyanık kalsın diye havalandırmasına oksijen katan; zaman algısı iyice allak bullak olsun diye, penceresiz, ama gündüz gibi aydınlatılmış mekanları seçen kumarhane işletmecilerinin bu sözüne güvenmiyoruz elbette. O yüzden düşünüyoruz biraz. Düşününce buluyoruz ki, kumarhane fişleri, kişinin, elindeki parayla ilişkisini keser ve ona, harcadığının para olduğu duygusunu unutturarak onu kontrolsüzleştirir. Böylece, sahibinin gözünde parasal değerini kaybeden "fiş" basit bir şekilde masanın ortasına "şak!" diye atabileceğimiz, plastikten objeler haline gelir.

Herkesin cebinde taşıdığı kredi kartları da, aynı prensiple çalışır. Sonuçta bir karttır. Çoğunuz "İnsan sanki para harcamıyor gibi oluyor, ay sonunda anlıyoruz işin aslını." diye defalarca yakınmışsınızdır. Sebep bu.

KÜÇÜK İRADE NEDİR?

Küçük irade, apolitik, okuma alışkanlığı olmayan (bir de bunu marifet sayan), tutarsız ve gösterişli olup, bununla birlikte dünyanın hatta evrenin merkezinde bulunduğunu sanan insan şeklidir. Evrenin Merkezinde olması sebebiyle, her şey onunla ilgili olsa gerektir. Küçük iradeye göre, herkes ona kazık atmak için sıraya girmiştir, zira o hep dikkati çeker (nazar hep ona değer), zaten kendisi de son derece saf ve içinde kötülük barındırmayan biri olduğundan herkesi kendi gibi sanarak, hep kazık yer.

Umut Sarıkaya, karikatürüyle
durumu özetlemiyor mu, biraz da...
Küçük irade, aynı zamanda dünyanın tüm nimetlerinde, hiçbir bedel ödemeden hakkı olacağını düşünürken sürekli "acıların çocuğu"nun ta kendisi olduğunu düşünür. Küçük irade, "Mısır'a Sultan" bile olsa hep "mağdur"dur.

KÜÇÜK İRADE İMTİHANDA...

Aklı başında herkes bilir ki, çocukların cebine, gereğinden fazla para koymamak gerekir. Zira onlar paranın neye ve nasıl harcanacağını bilmez. Böyle yetişkin insanlar da var tabii, onların da eline çok fazla para vermemek lazım. İşte bu insanların başında, küçük irade gelir. 

Eğer kişi ya da toplum üzerinde baskı oluşturarak onu köleleştirmek isterseniz, onu önce para harcamayı bilmeyen bir hale getirin ve ondan sonra bir miktar parayı kullanımına sunun. Böylece size gebe kalan bu irade, her dediğinize boyun eğecek kıvama gelir. İşte bankalar böyle çalışır.

Küçük iradelerden oluşmuş bir toplum yarattıktan sonra, ona "Harcamak ya da harcamamak senin elinde." diyerek sevecen ebeveyni oynayan banka kredi kartını ceplere koyarak, sizi normalde hiç göremeyeceğiniz bir alım gücüyle yalnız bırakır. Sanki bu tahrik yetmezmiş gibi, sistem, sınırsız sayıda tüketim malzemesini çeşit çeşit, renk renk sunarak kumpası tamamlar. Küçük iradenin ne yapacağını tahmin etmek zor değil: 2013 Ağustosunda kredi kartları borcumuz 81 milyat tl. Bir oranlama yapmak isterseniz diye söyleyeyim, İstanbul Belediyesi'nin bütçesi 25 milyar tl (bu bütçeyle, istanbul'un aynı tarihlerdeki 18 bakanlıktan daha yüksek bir rakamda olduğunu da eklemezsem ölürüm).

Aklın ve muhakemenin emrettiği belli: Bir şey yaratmadan, bir şey almanın peşinde olmamak. Üretmeden tüketmemek... 

Koray Onur