Sanatı yönetmekten korkan kitle
(sanatçılar), sanatı yönetmeye soyunanlara büyük bir
aşağılamayla bakarlar. Aristokrasinin, burjuvaziye, tüccara
yaklaşımına çok benzeyen, hem elini kirletmekten kaçınıp, hem
de eli kirlenenleri aşağılayan aristokratik bakış açısıdır
bu.
Yönetim, sanattan daha kirli bir şey
değildir, ama onda, sanatçıların, sanata atfettiği, kaynağı
meçhul bir “kutsiyet” eksiktir. Kanının onu asil yaptığına
yürekten inanmış aristokrat gibi, sanatçı da sanatının onu
kutsal yaptığına inanır. Bu yolla sanatçı, kendisine ait,
kaynağı belirsiz aristokrasisini yaratmış olur.
Her aristokrasinin olduğu gibi, sanat
aristokrasisinin de bir meraklı kitlesi vardır. İki üyesiyle
tanışınca kendisi de, sosyetenin bir parçası olduğuna inananlar
gibi bu sanat aristokrasisinin etrafında bir takım budalalar
belirir. Bu budala topluluğunun oluşmasına sanat aristokrasisi de
destek verir ve ayak işlerini onlara yaptırır. Bulundukları
noktadan, en beğendikleri entelektüel eylem olan, yöneticilerle
alay etme işine devam ederler. Yönetenlerin belirleyiciliği
ciddiye binince ve onların “alaycı entellektüel” bakışlarından
bu yönetici sınıf iyiden iyiye sıkılınca, yalnız kalmışlık
duygusuyla huysuzlaşan sanat aristokrasisi, “Neden bize
sorulmuyor.” argümanı üzerinden nefretini kusmaya başlar.
Tüm bunlara rağmen, çağımızda,
yönetici bir kesim olmadan sanat yapılamayacağını
bildiklerinden, yönetimle, transparanlaşmış olduğu için
görünmeyen bir bağ kurmaya çalışırlar. Bu bağ transparan
özelliğini yitirene kadar, devam eder. Bir yandan çevrelerine
topladıkları budalalar muhalefeti taşırken onlar transparan
bağlarla yönetimle aralarını dengeler. Bu, aradaki bağ,
transparan özelliğini yitirene kadar sürecektir. Her zaman muhalif
gözükmekten beslenen sanatçılar, bu bağı kopararak süreci yeni
baştan başlatmak zorunda kalacaktır.
Sanatçının, hiçbir öneri
sunmadan (buna gerek de duymadan) yönetimi suçlamasının
altında yatan sebep, bundan kaynaklanır. Sanattan sadece “sanatçı
olma”yı yeter koşul sandığı sürece, sanatçı sanat dışında
bir şey üretemeyecektir. Buna da elbette bir itiraz olamaz. Ama
arının bal yapmasının doğasında olması, lakin iğnesini
sokmaya çalıştığında iğneyle birlikte tüm iç organlarını
bırakıp ölmesi gibi, sanatçı da sanat dışında ürettiği her
söylemde iç organlarını bırakır ve sanatçı olma vasfından
vazgeçmek zorunda kalır. Sanat dışı söylem (mesela yönetsel
bir söylem), isminden de anlaşılacağı gibi, sanat dışıdır ve
o sanatçı yönetim dilini, sanat diliyle kurduğu an, sadece bir
hataya düşmekle kalmaz, aynı zamanda bir demogojik
kısırdöngünün içine girer.
Sanatsal estetik dahilinde, sanat dışı
her malzeme sanatın aletidir. Ayrıca her tür sanat dışı mevzu,
sanatsal üretinin konusu olabilir. Ama sanatsal üreti, o konunun
özü değildir. Sanat mecrasında bir konu sanatsal olarak
tartışılır, konunun özü “ruh”u tartışılamaz. Onu, sanat
dışında, o konunun mecrasında tartışmak mümkündür ancak.
Bu yüzden, estetiğin dili ile
yönetim, kurulamaz. Sanatsal dille yönetim ilkeleri ancak imgesel
olarak “kurgulanabilir”. Yönetim, yönetim ve yöneten
olarak kalacaktır, ama romantizmin bataklığından çıkmayı
reddeden aristokrat sanatçıların düşündüğünün aksine
“sanatsal bir yönetim” gerçek olmayacağı gibi, gerekli de
değildir.
KORAY ONUR
Aralık 014